Cennet ve Cehennem özellikle semavi dinlerde kulun ölümden sonra
gideceği yerlerdir. Semavi dinlerdeki anlayışa göre Cennet, Peygamberlerin davetlerine
uyarak iman edip, dünya ve ahrete ait işleri elden gelen bütün kudretle ve
özenerek yapmış olmanın ahretteki bir karşılığıdır. Cehennem ise bu çağrıyı
kabul etmeyen ve Tanrı dini olarak gösterilen bu dinlerin ibadet ve
gereksinimlerine uymayan insanların cezasını çekecekleri yer olarak tasvir
edilir. Semavi dinlerde diğer çoğu inanç sisteminde olduğu gibi iyilik,
güzellik, yardımseverlik gibi konularında yanında Tanrı’nın emirlerine uyma
olgusu Cennet’in kapısını aralar. Aksi takdirde insan, “Cehennem Azabı” ile
karşı karşıyadır. Cennet ve Cehennem olgusu bir nevi ödül - ceza sistemidir.
Cennet için; “günahsız ya da günahlarından arınmış kulların öbür dünyada sonsuz
bir mutluluk içerisinde yaşayacaklarına inanılan yer, iklimi çok hoş, çeşitli
nimetlerle dolu, her yanı şahane bir şekilde süslenmiş, iyi ve günahsız
insanların girecekleri ahiret evidir.” Tanımı yapılırken, Cehennem için; günahkâr
kulların azap ateşi içinde günahlarının cezasını çekeceği yer olarak
bahsedilir.
Cennet ve Cehennem olgularının Semavi dinler öncesi toplumlarda da farklı inanış ve isimlerde tasvirleri mevcuttur. Örneğin; Eski Yunan inancında ölenler öncelikle “Hades Evi”ne gönderilir oranın bekçisi üç başlı köpek “Kerberos” eşliğinde kapatılır ve bir daha o kapıdan çıkamazlardı. Yer altı Tanrısı Hades’in başkanlığını yaptığı yargılama sonucu suçlu bulunurlarsa “Tartaros”a atılır, suçsuz görülürlerse “Elysium Bahçesine” gönderilirlerdi. Burası rengârenk çiçeklerle, nehirlerle bezeli insanların huzur içerisinde sonsuz yaşamı sürdüğü bir bahçe idi. Öte yandan “Tartaros” çukuruna atılanlar Erinys’ler tarafından cezalandırılır ve sonsuz acı çekerlerdi.
Cennet ve Cehennem olgularının Semavi dinler öncesi toplumlarda da farklı inanış ve isimlerde tasvirleri mevcuttur. Örneğin; Eski Yunan inancında ölenler öncelikle “Hades Evi”ne gönderilir oranın bekçisi üç başlı köpek “Kerberos” eşliğinde kapatılır ve bir daha o kapıdan çıkamazlardı. Yer altı Tanrısı Hades’in başkanlığını yaptığı yargılama sonucu suçlu bulunurlarsa “Tartaros”a atılır, suçsuz görülürlerse “Elysium Bahçesine” gönderilirlerdi. Burası rengârenk çiçeklerle, nehirlerle bezeli insanların huzur içerisinde sonsuz yaşamı sürdüğü bir bahçe idi. Öte yandan “Tartaros” çukuruna atılanlar Erinys’ler tarafından cezalandırılır ve sonsuz acı çekerlerdi.
Aynı şekilde Germen mitolojisinde de ölüm sonrası yaşam ve Cennet, Cehennem tasvirleri mevcuttu. Ölüler tanrıçası Hell tarafından sorgulanan ölüler suçlu bulunurlarsa “Niflheimr” denilen azap mekânına gönderilirdi. Germen toplumunda savaşçı olmanın önemi büyüktü. Savaş dışında ölen suçsuz insanlar Hell’in bölgesinde yaşar ancak savaş esnasında ölenler Germen kültüründe ki Cennet tasviri olan “Valhalla” ya götürülürdü. “Valhalla”da yaralarının çokluğuna göre gençleşir ve o derece de sefa sürerlerdi.
Kelt inancında ise dünyevi bir cennet fikri hâkimdi. Okyanusun derinlerinde ya da çok uzağında bulunan bir adayı cennet olarak tasvir ederler ve ölülerinin ruhlarının orada sonsuza dek eğlendiğini düşünürlerdi. Kelt inancında herhangi bir Cehennem tasviri bulunmamaktaydı. Bunun yerine sadece iyi ruhların o adaya gidebileceği kötü ruhların ise sonsuza dek o adayı bulamayacağı düşünülürdü.
Eski Roma inancında ise ölüler dünyasının ismi “Orcus” olarak geçiyordu. Aynı zamanda “Orcus” ölüler dünyasının Tanrı’sının da ismiydi. Ölenler ilk başta “Orcus”a gider yargılanma sonrası dinin gereklerini yerine getiren ve iyi bir insan olanlar bir bahçeye götürülerek sonsuza dek huzur içinde yaşarlar, dinin gereklerini yerine getirmeyen ve kötü insanlar ise “Orcus”un karanlığında kemik ve hayalet olarak huzur bulamadan hapsolurlardı.
Eski Türk inanışlarında Cennet ve Cehennem kavramı ile başlayalım. Tin olarak bilinen ruhun ölümsüzlüğü ve maddi bedenin ölümü sonrası Tin’in sonsuzluğu kavramı eski Türk inançlarında da mevcuttu. İyi Tin’ler göklerin üzerinde Gök Tengri’ye yakın ve aydınlık bir yer olan Uçmak’a gidecek ve orada Dünya’daki iyi halleri gibi yaşayacaklarına inanılırdı. Ayrıca ölenlerin arkasından atı kesilir ve bu atın bazı parçaları ölünün mezarına yakın bir yere mızraklarla asılırdı. Bu at ile “Uçmağa gidecek” şeklinde bir inanış hâkimdi.
Cehennem tasviri olarak ise Tamuğ kelimesi kullanılmaktaydı. Bu dünyada fenalıklar yapanlar yeraltında olan Tamuğ’a gidecek ve orada fenalıklarının cezasını çekecekti. Ayrıca Tamuğ’a gidenlerin dünyadakilere hastalık ve kötülük saldıklarına da inanılırdı.
Budizm’de ise tekâmül kavramının varlığından dolayı kalıcı bir Cennet ya da Cehennem kavramı mevcut değildir. Tavatimsa denilen bir geçici ikamet mekânı vardır. Ölümü tadan kişiler Tavatimsa’da derecelerine göre geçici olarak ikamet ederler. Nirvana’ya ulaşma ile ilgili ilim ve irfan sahipleri Tavatimsa’nın en üst derecelerine kadar varabilir. Ancak hiçbir ruh Tavatimsa’da kalıcı ikamet edemez. Oradaki süresini tamamladıktan sonra farklı bir kimlik ve özellik ile reenkarne olur. Budizm’de ayrıca bir Cehennem kavramı da yoktur. İnsanların Tavatimsa’da kalış ve oranın nimetlerinden yararlanma süreleri iyilik ve kötülük derecelerine göre değişkendir.
Birçok Uzak Doğu inancında Cennet ve Cehennem kavramları mevcut değildir. Örneğin Taoizm, Şintoizm, Konfiçüsçülük gibi.
Amerikan Kızılderili kabilelerinde inançlar konusunda çeşitli farklılıklar olsa da Cennet kavramı ortaktır. Ölümden sonra “Vakui” denilen Cennet benzeri bir yere gidileceğine inanılır. Ancak burası sadece Kızılderili’lerin Cennet’idir. Kızılderili olmayanlar için başka bir yer vardır. Ancak orası hakkında bilgileri yoktur. Kişi öldükten sonra etrafı meyvelerle kaplı bir yoldan yürür. Bu meyvelerden yemez ise üzerinde köprü olan bir nehre ulaşır. İyi bir insansa bu köprüden geçerek “Vakui”ye olan yolculuğuna devam eder. Kötü biri ise o köprüden düşer ve balık olur. Yani Kızılderililer de bir Cehennem inancı yoktur. “Vakui” dost ile düşmanın kardeşçe yaşadığı ve dansların, her türlü yemeklerin, atalarının ve mutluluğun olduğu bir yerdir. Burada iyi insanlar birlikte yaşarlar… “Vakui”ye gidiş yolculuğunun 4-5 gün kadar sürdüğüne inanılır. Bu sebeple ölen kişinin mezarına yiyecek ve içecek bırakılır. Bu yiyeceklerin yetmemesi ihtimaline karşı bir de yay ve ok bırakılır ki yolda avlanabilsin.
Aztekler’de ise Cennet ve Cehennem’e gidiş yolu tamamen ölümün şekline bağlı olarak değişmekteydi. Aslına bakarsanız Aztekler’de Cennet kavramı tanrı katı olarak geçmektedir. Ancak Cehennem kavramı bizim bildiğimiz anlamı ile kullanılmamaktadır. Yeraltı olarak ifade edilen ve yaşlılık, hastalık gibi doğal yollardan ölen insanların gittiği yerde herhangi bir ceza çekme kavramı bulunmamaktadır. Kurban törenlerinde öldürülen adaklar ve savaşlar esnasında ölenlerin Güneş ve Savaş Tanrısı Huitzilopochtli’nin yanına gittiğine inanılırdı. Bu Azteklerin savaşçı ve vahşi ruhu ile alakalı bir durumdur.
Sümer inancında ise ölülerin gittiği dünya tektir ve buradan dönüş yoktur. “Kur” denilen bu dünyada tanrılar, yüce kişiler ve tüm ölüler bir arada yaşar. Sümer inanışında bu yeraltı dünyası için kan akıtmak ve adak sunmak gerekliydi. Aksi takdirde ölülerin ruhlarının kendilerini rahatsız edeceği ve tanrıların kendilerine felaket göndereceğine inanılırdı. Ayrıca tanrılar bahçesi olarak bilinen “Dilmun” adında bir yer daha vardı. Bu bahçeye ise “Kur”da süresini doldurmuş kişiler gidebiliyordu. Ancak her ölen ruh “Kur”a gitmek zorundaydı. “Dilmun” alabildiğine çayırların ve meyve bahçelerinin olduğu, Enki’nin (Sümer su ve bilgelik tanrısı) tatlı sularla bezediği son derece muhteşem bir yerdi ve “Kur”da zamanını dolduranlar bu yere gelebilme hakkı kazanıyordu.
Eski Mısır’da ise ölüm sonrası inanışı çok daha hâkimdi. Bu sebeple ölülere çok özen gösterilirdi. Ölen kişi Tanrı Osiris başkanlığında bir mahkemede yargılanır yaptığı iyilik veya kötülüklerin ağır basmasına göre “Anu” yada “Amenti”ye gönderilirdi…
“Anu” insanların tanrılar ile birlikte oturup yemek yiyebildikleri, kadınların erkek, erkeklerinde kadına sahip olabildiği sonsuz mutluluk ülkesi idi. Tanrılar ölen kişinin adına göğe bir yıldız yerleştirir ve onu adını sonsuza dek yaşatırdı. Burada ölen kişi mülk sahibi olabilir ya da istediği şeyleri bu verimli topraklarda yetiştirebilirdi.
Ancak kişinin kötülükleri ağır basıyorsa Osiris tarafından “Amenti”ye gönderilirdi. “Amenti” türlü acılar ve işkenceler olan bir yer altı dünyasıydı. Kötü insanların buradan dönüşü ancak hükümdarları olan firavunun ölümünden sonra onun “Anu”ya ulaşması ve isteğini Osiris’e sunması ile mümkün olurdu.
Son olarak Zerdüşt inancındaki Cennet ve Cehennem kavramlarına değinmek istiyorum.
Zerdüşt dininde dünyada gidecekleri yol insanlara bırakılmıştır. Yüce tanrı ve
iyiliğin temsili Ahura Mazda ve kötülüğün temsili Ehrimen arasında seçim
yapabilirler. Seçimlerine göre öldükten sonra Ahura Mazda huzurunda
yargılanırlar ve Sırat Köprüsüne benzerliği dikkat çeken “Çinvat Peretu” yani
“Karşılık Köprüsü”nden geçerler. Eğer kişi iyi ise “Çinvat Peretu”dan kolayca
geçer. Köprünün sonunda ölen kişiyi güzel bir kız karşılar ve Ahura Mazda’nın
diyarının güzelliklerini gösterir. Kişi kötü ise bu köprüden geçemez ve
karanlıklar diyarına, Ehrimen’in yanına düşer.
Çinvat Köprüsü’nden geçenler Ahura Mazda’nın Ehrimen’i yok edeceği ve dünyanın tekrar yaşanabilir olacağı günü beklemektedir. Karanlık diyara gidenler hakkında çok fazla bilgi yoktur.
metalportal (dawnofrelic)
Çinvat Köprüsü’nden geçenler Ahura Mazda’nın Ehrimen’i yok edeceği ve dünyanın tekrar yaşanabilir olacağı günü beklemektedir. Karanlık diyara gidenler hakkında çok fazla bilgi yoktur.
metalportal (dawnofrelic)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder