Bu Blogda Ara

19 Mart 2013 Salı

Yunan Kahinleri


Yunan tarihi orman perilerinin, driadların yerleşip kehanette bulundukları konuşan ağaçlar, nehirler, heykeller ve mağaralarla ilgili hikâyelerle doludur. Apollon tapıncı da tanrıların insanlarla iletişim kurup hak edenlere geleceği ifşa ettikleri kehanet yerlerinin kurulup korunmasını kapsamasından ileri gelir. Bu kadim dönemlerin en önemli kâhinleri Delfi, Dodona, Troponius ve Lator’dur. Bunların en eskisi Dodona’nın konuşan meşe ağaçlarıdır. Delfi’deki Apollon kâhini ise en ünlüleridir.



Delfi Tapınağı: Delphi ismi “rahim” anlamına gelen delphos kelimesinden türetilmiştir. Bu isim tapınaktaki derin yarıklar ve mağaralar nedeniyle verilmiştir. Bununla birlikte Delfi tapınağına eskiden Pytho da denilmekteydi. Bunun sebebi tapınağın odalarında bir zamanlar büyük yılan Python’un yaşadığına inanılmasıydı. Bu yaratık Deucalion ile Pyrrha dışındaki tüm insanları yok eden tufan çekildikten sonra geride kalan çamurdan çıkmıştır. Parnassus dağının yamacına tırmanan Apollon uzun bir çarpışma sonrasında yılanı öldürmüş, bedenini ise kehanet yarığından içeri atmıştır. Bu tarihten itibaren Pythian Apollon denilen Güneş Tanrısı, yarıktan kehanetler almıştır. Dionyssos ile birlikte Delfi’nin yönetici tanrısı olma onurunu paylaşmıştır.

Kehanet yarığında yükselen dumanların Python’un çürüyen bedeninden çıktığına inanılırdı ve onlara göre Apollon tarafından yok edilen yılanın ruhu tapınakta kalmıştı. Bu ruh ve yılanın zehirli buharı yoluyla rahibeler tanrıyla iletişim kuruyorlardı. Tapınağın kadın rahiplerine Pythoness veya Pythia denirdi ve bu da çürüyen bir maddeden yükselen gazları koklayarak dinsel bir vecit yaşayan kişi anlamına gelirdi. Yunanlılar, Delfi tapınağının yeryüzünün göbek deliği olduğuna inanmışlar, bir diğer deyişle gezegeni büyük bir insan olarak görmüşlerdir.

Tapınak çok eskidir. Yukarıdaki gibi hikayeler muhtemelen kehanetin gerçek ezoterik doğası hakkında aydınlanmaya layık olmayan meraklı insanların sorularını geçiştirmek için uydurulmuş olabilir.

Kehanet mağarasının keşfedilişine dair hikaye şöyledir; Parnassus dağı yamaçlarında koyunlarını güden çobanlar, dağın güneybatı yamacındaki bir açıklıkta gezinen keçilerin tuhaf davranışlarının nedenini merak ederler. Hayvanlar sanki dans etmek ister gibi zıplar ve şimdiye kadar duyulmamış sesler çıkarırlar. Sonundan bunun nedenini öğrenmek isteyen çobanlardan biri, zehirli bunarın yükseldiği yarığa yaklaşınca hemen bir vecit haline girer. Vahşice dans eder, şarkılar söyler, anlaşılmaz sesler çıkarır ve gelecekten haber verir. Yarığın yakınına giden diğer insanlar da aynı şeyleri yaşarlar. Yerin ünü yayılır ve birçok insan kötü kokulu buharları koklayarak, çılgınlığın sınırında, geleceği öğrenmek için oraya gelirler.

Gelenlerden bazıları kendilerini yarığa atarak ölmüşlerdir. Diğer insanların da aynı şeyi yapmalarını önlemek amacıyla yarığın etrafına bir duvar örülmüş ve soru sormak isteyenler ile kehanet yarığı arasında aracılık yapması için bir kadın rahip görevlendirilmiştir. Daha sonraki otoritelere göre, Apollon’un Python suretinde oymalarıyla süslü altından üç ayaklı bir taht, yarığın üzerine yerleştirilmiş, bunun üzerine kehanet veren buharların etkisi altındayken kişinin düşmesini imkansız kılan bir oturak hazırlanmıştır. Tapınağın ilk döneminde birçok bakire kız onun hizmetine adanmıştır. Bunlara Poabades veya Pythiae denmiştir. Ve bugün Pythian olarak bilinen ünlü rahiplik kastını oluşturmuşlardır.



Apollon’la iletişim için hazırlığa ve arınma seremonisine üç gün önceden başlanırdı. Castalian kuyusunda banyo yapar, hiçbir şey yemez, sade tapınağa gizli borularla getirilen Cassotis pınarının suyundan içerdi. Üç ayağın üzerine oturmadan öne bir avuç kutsal defne yaprağı çiğnerdi. Suyun vizyonlar göstermek için ilaçlandığı veya Delfi rahiplerinin insanı heyecanlandıran, sarhoş eden gaz üretebildikleri ve bu gazı bu gizli borular sayesinde yarığın birkaç metre altında sakladıkları rivayet edilmiştir. Ancak hiçbir teori kehanetlerin nasıl doğru çıktığını açıklayamamıştır.

Arınma sürecini tamamladıktan sonra kutsal kıyafetler giydirilip üçayağın üzerine götürülen genç rahibe burada yerdeki yarıktan çıkan sersemletici buharlarla çevrili olarak otururdu. Görünmeyen bir şeyle mücadele eder, tarifsiz çığlıklar atardı. Bir süre sonra mücadele sona erer, hareketlerine büyük bir soyluluk gelir, gözleri sabitleşirdi. İşte o zaman kehanet sözleri söylemeye başlardı. Rahibenin çıkardığı her ses, her hareketi, her öngörünün bütün ayrıntılarını kaydetme görevine hayat boyu seçilmiş kutsal kâtipler tarafından kaydedilirdi. Bu doğrudan kâtipler Deucalion’un soyundan gelirdi. Kehanet sözleri bittikten sonra Pythia tekrar çırpınmaya başlar ve ruh bir süre sonra onu terk ederdi.

Iamblichus The Mysteries adlı çalışmasında kehanet ruhunun –vahşi bir demonun, hatta bizzat Apollon’un- Pythoness’in hâkimiyetini nasıl ele geçirip onun aracılığıyla tezahür ettiğini anlatır. “Fakat Delfi’deki rahibeler ister yerdeki yarığın ağzından çıkan vahşi bir ruh sayesinde insanlık için kehanetlerde bulunsun, isterse tapınağın en iç odasında tunç üçayak üzerinde veya dört ayaklı bir taburenin üzerinde otururken Tanrı için kutsallaşsınlar, her iki durumda da kendilerini tümüyle ilahi ruha verir ve ilahi ateşin ışınıyla aydınlanırlar. Gerçekten de yarığın ağzından çıkan gür ateş onu çepeçevre sardığında rahibe ilahi ihtişamla dolar. Bunun yerine Tanrı’nın tahtına oturduğunda onun kalıcı öngörü kuvvetine uyumlanır. Her iki farklı hazırlık sürecinde de rahibe tümüyle tanrı tarafından ele geçirilirdi. Gerçekten de Tanrı’nın varlığı onu çok farklı bir şekilde aydınlatır. Rahibeden çıkan ışık, ateşten, ruhtan, tahttan kısacası bu yere ait ister fiziksel ister kutsal olsun bütün görünür araçlardan farklıdır.”

Bakire kahinler tarafından alınan mesajlar tapınağın felsefecilerine verilirdi. Onların işleri bu kehanetleri yorumlamak ve uygulamaktı. Bundan şairlere verilen bilgiler hemen lirik şiirlere dönüştürülür ve Apollon tarafından verildiği varsayılan yargılar zarif bir kalıba dökülerek halka sunulurdu.

Delfi tapınağında bir sürü yılan tasviri bulunur. Pythia’nın üzerine oturduğu üçayağın altı, birbirine sarılmış üç dev yılan gövdesinden oluşuyordu. Bazı otoritelere göre kehanetler üreten vecde taşıyan süreçlerden biri de genç rahibeyi yılanın gözlerine bakmaya zorlamaktı. Yılanın gözleriyle büyülenmiş ve hipnotize edilmiş olan rahibe tanrısının sesiyle konuşmaya başlardı.

İlk Pythia rahipleri bazıları hala onlu yaşlarda olan genç kızlardan oluşmuş olsa da, daha sonra elli yaşını geçmemiş kadınların kehanette bulunması yasaklanmıştır.



Dodona Tapınağı: Dodona tapınağı Jüpiter’e adanmıştır. Jüpiter kehanetlerini meşe ağaçları, kuşlar ve pirinç vazolar aracılığıyla veriyordu. Dodona’nın kutsal meşelerin dallarına konan meşhur kahin kumrusu, Yunan felsefesi ve dininde uzun tartışmalara neden olmuştur.

Konuşan ağaçlar, kutsal bir koruluk oluşturuyordu. Rahipler önemli bir soruya cevap bulmak istediklerinde, titiz ve ciddi arınmaların ardından koruluğa çekiliyorlardı. Ardından ağaçlara yaklaşıyor ve orada ikamet eden tanrıya bir cevap için yalvarıyorlardı. Sorularını sordukları zaman ağaçlar insan sesiyle konuşarak rahibe istenilen bilgiyi veriyordu. Dodona kehanet tapınağındaki en ilginç şey konuşan vazo veya güğümlerdir. Pirinçten yapılmış bu vazolar öyle özenli bir biçimde hazırlanmıştır ki, onlara vurulduğunda saatlerce devam eden bir ses çıkarırlardı. Kimi yazarlar bir sütunun üstünde duran tek bir vazodan bahsederler. Bu sütun, üstünde elinde kamçı tutan bir çocuk heykeli taşıyan başka bir sütunun hemen yanındadır. Kamçının üstünde küçük toplar bulunur ve açık bir alanda hiç durmadan esen rüzgâr bu metal topların vazoya çarpmasına neden olur. Çıkan seslerin sayısı ve yoğunluğu, vazoların akisleri dikkatle not edilir. Rahipler bunlara göre kehanetlerde bulunurdu.

Dodonna’nın ilk rahibi Selloi gizemli bir şekilde ortadan kaybolduktan sonra asırlarca tapınağa üç rahibe hizmet etmiştir. Bunlar vazoları yorumlamış, geceleri de meşe ağaçlarıyla konuşmuşlardır. Tapınağın masrafları yöneticilerin sunu ve katkılarıyla karşılanıyordu.



Trophonius Mağarası: Bu mağara bir tepenin yamacındaydı ve girişi o kadar küçüktü ki bir insanın içeri girmesi imkansız görünüyordu. Danışmaya gelen kişi, Trophonius heykeline sunuda bulunup kutsal kıyafetleri giyer, bir elinde bal pastasıyla mağaraya tırmanır, mağaranın girişinde oturarak ayağını delikten aşağı sarkıtırdı. Bundan sonra bedeni mağaraya çekilirdi. İçeri girenler, içerisinin ortalama bir tandır büyüklüğünde olduğunu söylemiştir. Kahin gelecekten haber verdikten sonra danışmaya gelen ve genellikle çılgın bir ruh haline bürünen kişi, ayaklar önde olmak üzere mağaranın ağzından dışarı fırlatılırdı.

Kehanet mağarasının hemen yakınında birbirinden bir metre kadar uzakta iki pınar fışkırırdı. Mağaraya girenler, tuhaf okült niteliklere sahip görünen bu iki pınardan içerdi. Birinci su unutkanlık suyuydu. Onu içen bütün üzüntülerini unuturdu. İkinci pınar ise kutsal Mnemosyne, yani hatırlama suyuydu. Bu ikincisi mağarada yaşadıklarını hatırlamak için içilirdi. Kehanetler görüler ve düşler olarak veriliyordu ve rahipler bunları yorumluyordu. Kahine başvurulmadan önce bir koç sunulurdu ve rahip hiyeromansi (hayvan bağırsak ve iç organlarına bakma) yoluyla vaktin uygun, sununun yeterli olup olmadığı değerlendirilirdi.

Manly P. Hall yazılarından derlenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder