Yunan
tarihi orman perilerinin, driadların yerleşip kehanette bulundukları konuşan ağaçlar,
nehirler, heykeller ve mağaralarla ilgili hikâyelerle doludur. Apollon tapıncı
da tanrıların insanlarla iletişim kurup hak edenlere geleceği ifşa ettikleri
kehanet yerlerinin kurulup korunmasını kapsamasından ileri gelir. Bu kadim
dönemlerin en önemli kâhinleri Delfi, Dodona, Troponius ve Lator’dur. Bunların
en eskisi Dodona’nın konuşan meşe ağaçlarıdır. Delfi’deki Apollon kâhini ise en
ünlüleridir.
Delfi Tapınağı:
Delphi ismi “rahim”
anlamına gelen delphos kelimesinden türetilmiştir. Bu isim tapınaktaki derin
yarıklar ve mağaralar nedeniyle verilmiştir. Bununla birlikte Delfi tapınağına
eskiden Pytho da denilmekteydi. Bunun sebebi tapınağın odalarında bir zamanlar
büyük yılan Python’un yaşadığına inanılmasıydı. Bu yaratık Deucalion ile Pyrrha
dışındaki tüm insanları yok eden tufan çekildikten sonra geride kalan çamurdan
çıkmıştır. Parnassus dağının yamacına tırmanan Apollon uzun bir çarpışma
sonrasında yılanı öldürmüş, bedenini ise kehanet yarığından içeri atmıştır. Bu tarihten
itibaren Pythian Apollon denilen Güneş Tanrısı, yarıktan kehanetler almıştır.
Dionyssos ile birlikte Delfi’nin yönetici tanrısı olma onurunu paylaşmıştır.
Kehanet
yarığında yükselen dumanların Python’un çürüyen bedeninden çıktığına inanılırdı
ve onlara göre Apollon tarafından yok edilen yılanın ruhu tapınakta kalmıştı. Bu
ruh ve yılanın zehirli buharı yoluyla rahibeler tanrıyla iletişim kuruyorlardı.
Tapınağın kadın rahiplerine Pythoness veya Pythia denirdi ve bu da çürüyen bir
maddeden yükselen gazları koklayarak dinsel bir vecit yaşayan kişi anlamına
gelirdi. Yunanlılar, Delfi tapınağının yeryüzünün göbek deliği olduğuna
inanmışlar, bir diğer deyişle gezegeni büyük bir insan olarak görmüşlerdir.
Tapınak
çok eskidir. Yukarıdaki gibi hikayeler muhtemelen kehanetin gerçek ezoterik
doğası hakkında aydınlanmaya layık olmayan meraklı insanların sorularını
geçiştirmek için uydurulmuş olabilir.
Kehanet
mağarasının keşfedilişine dair hikaye şöyledir; Parnassus dağı yamaçlarında
koyunlarını güden çobanlar, dağın güneybatı yamacındaki bir açıklıkta gezinen
keçilerin tuhaf davranışlarının nedenini merak ederler. Hayvanlar sanki dans
etmek ister gibi zıplar ve şimdiye kadar duyulmamış sesler çıkarırlar. Sonundan
bunun nedenini öğrenmek isteyen çobanlardan biri, zehirli bunarın yükseldiği
yarığa yaklaşınca hemen bir vecit haline girer. Vahşice dans eder, şarkılar
söyler, anlaşılmaz sesler çıkarır ve gelecekten haber verir. Yarığın yakınına
giden diğer insanlar da aynı şeyleri yaşarlar. Yerin ünü yayılır ve birçok
insan kötü kokulu buharları koklayarak, çılgınlığın sınırında, geleceği
öğrenmek için oraya gelirler.
Gelenlerden
bazıları kendilerini yarığa atarak ölmüşlerdir. Diğer insanların da aynı şeyi
yapmalarını önlemek amacıyla yarığın etrafına bir duvar örülmüş ve soru sormak
isteyenler ile kehanet yarığı arasında aracılık yapması için bir kadın rahip
görevlendirilmiştir. Daha sonraki otoritelere göre, Apollon’un Python suretinde
oymalarıyla süslü altından üç ayaklı bir taht, yarığın üzerine yerleştirilmiş,
bunun üzerine kehanet veren buharların etkisi altındayken kişinin düşmesini
imkansız kılan bir oturak hazırlanmıştır. Tapınağın ilk döneminde birçok bakire
kız onun hizmetine adanmıştır. Bunlara Poabades veya Pythiae denmiştir. Ve
bugün Pythian olarak bilinen ünlü rahiplik kastını oluşturmuşlardır.
Apollon’la
iletişim için hazırlığa ve arınma seremonisine üç gün önceden başlanırdı.
Castalian kuyusunda banyo yapar, hiçbir şey yemez, sade tapınağa gizli
borularla getirilen Cassotis pınarının suyundan içerdi. Üç ayağın üzerine
oturmadan öne bir avuç kutsal defne yaprağı çiğnerdi. Suyun vizyonlar göstermek
için ilaçlandığı veya Delfi rahiplerinin insanı heyecanlandıran, sarhoş eden
gaz üretebildikleri ve bu gazı bu gizli borular sayesinde yarığın birkaç metre
altında sakladıkları rivayet edilmiştir. Ancak hiçbir teori kehanetlerin nasıl
doğru çıktığını açıklayamamıştır.
Arınma
sürecini tamamladıktan sonra kutsal kıyafetler giydirilip üçayağın üzerine
götürülen genç rahibe burada yerdeki yarıktan çıkan sersemletici buharlarla
çevrili olarak otururdu. Görünmeyen bir şeyle mücadele eder, tarifsiz çığlıklar
atardı. Bir süre sonra mücadele sona erer, hareketlerine büyük bir soyluluk
gelir, gözleri sabitleşirdi. İşte o zaman kehanet sözleri söylemeye başlardı. Rahibenin
çıkardığı her ses, her hareketi, her öngörünün bütün ayrıntılarını kaydetme
görevine hayat boyu seçilmiş kutsal kâtipler tarafından kaydedilirdi. Bu
doğrudan kâtipler Deucalion’un soyundan gelirdi. Kehanet sözleri bittikten
sonra Pythia tekrar çırpınmaya başlar ve ruh bir süre sonra onu terk ederdi.
Iamblichus
The Mysteries adlı çalışmasında kehanet ruhunun –vahşi bir demonun, hatta
bizzat Apollon’un- Pythoness’in hâkimiyetini nasıl ele geçirip onun aracılığıyla
tezahür ettiğini anlatır. “Fakat Delfi’deki
rahibeler ister yerdeki yarığın ağzından çıkan vahşi bir ruh sayesinde insanlık
için kehanetlerde bulunsun, isterse tapınağın en iç odasında tunç üçayak
üzerinde veya dört ayaklı bir taburenin üzerinde otururken Tanrı için
kutsallaşsınlar, her iki durumda da kendilerini tümüyle ilahi ruha verir ve
ilahi ateşin ışınıyla aydınlanırlar. Gerçekten de yarığın ağzından çıkan gür
ateş onu çepeçevre sardığında rahibe ilahi ihtişamla dolar. Bunun yerine Tanrı’nın
tahtına oturduğunda onun kalıcı öngörü kuvvetine uyumlanır. Her iki farklı
hazırlık sürecinde de rahibe tümüyle tanrı tarafından ele geçirilirdi.
Gerçekten de Tanrı’nın varlığı onu çok farklı bir şekilde aydınlatır. Rahibeden
çıkan ışık, ateşten, ruhtan, tahttan kısacası bu yere ait ister fiziksel ister
kutsal olsun bütün görünür araçlardan farklıdır.”
Bakire
kahinler tarafından alınan mesajlar tapınağın felsefecilerine verilirdi.
Onların işleri bu kehanetleri yorumlamak ve uygulamaktı. Bundan şairlere
verilen bilgiler hemen lirik şiirlere dönüştürülür ve Apollon tarafından
verildiği varsayılan yargılar zarif bir kalıba dökülerek halka sunulurdu.
Delfi
tapınağında bir sürü yılan tasviri bulunur. Pythia’nın üzerine oturduğu üçayağın
altı, birbirine sarılmış üç dev yılan gövdesinden oluşuyordu. Bazı otoritelere
göre kehanetler üreten vecde taşıyan süreçlerden biri de genç rahibeyi yılanın
gözlerine bakmaya zorlamaktı. Yılanın gözleriyle büyülenmiş ve hipnotize
edilmiş olan rahibe tanrısının sesiyle konuşmaya başlardı.
İlk
Pythia rahipleri bazıları hala onlu yaşlarda olan genç kızlardan oluşmuş olsa
da, daha sonra elli yaşını geçmemiş kadınların kehanette bulunması
yasaklanmıştır.
Dodona Tapınağı:
Dodona tapınağı
Jüpiter’e adanmıştır. Jüpiter kehanetlerini meşe ağaçları, kuşlar ve pirinç
vazolar aracılığıyla veriyordu. Dodona’nın kutsal meşelerin dallarına konan
meşhur kahin kumrusu, Yunan felsefesi ve dininde uzun tartışmalara neden
olmuştur.
Konuşan
ağaçlar, kutsal bir koruluk oluşturuyordu. Rahipler önemli bir soruya cevap bulmak
istediklerinde, titiz ve ciddi arınmaların ardından koruluğa çekiliyorlardı. Ardından
ağaçlara yaklaşıyor ve orada ikamet eden tanrıya bir cevap için yalvarıyorlardı.
Sorularını sordukları zaman ağaçlar insan sesiyle konuşarak rahibe istenilen
bilgiyi veriyordu. Dodona kehanet tapınağındaki en ilginç şey konuşan vazo veya
güğümlerdir. Pirinçten yapılmış bu vazolar öyle özenli bir biçimde
hazırlanmıştır ki, onlara vurulduğunda saatlerce devam eden bir ses
çıkarırlardı. Kimi yazarlar bir sütunun üstünde duran tek bir vazodan
bahsederler. Bu sütun, üstünde elinde kamçı tutan bir çocuk heykeli taşıyan
başka bir sütunun hemen yanındadır. Kamçının üstünde küçük toplar bulunur ve
açık bir alanda hiç durmadan esen rüzgâr bu metal topların vazoya çarpmasına
neden olur. Çıkan seslerin sayısı ve yoğunluğu, vazoların akisleri dikkatle not
edilir. Rahipler bunlara göre kehanetlerde bulunurdu.
Dodonna’nın
ilk rahibi Selloi gizemli bir şekilde ortadan kaybolduktan sonra asırlarca tapınağa
üç rahibe hizmet etmiştir. Bunlar vazoları yorumlamış, geceleri de meşe
ağaçlarıyla konuşmuşlardır. Tapınağın masrafları yöneticilerin sunu ve
katkılarıyla karşılanıyordu.
Trophonius Mağarası:
Bu mağara bir
tepenin yamacındaydı ve girişi o kadar küçüktü ki bir insanın içeri girmesi
imkansız görünüyordu. Danışmaya gelen kişi, Trophonius heykeline sunuda bulunup
kutsal kıyafetleri giyer, bir elinde bal pastasıyla mağaraya tırmanır,
mağaranın girişinde oturarak ayağını delikten aşağı sarkıtırdı. Bundan sonra
bedeni mağaraya çekilirdi. İçeri girenler, içerisinin ortalama bir tandır
büyüklüğünde olduğunu söylemiştir. Kahin gelecekten haber verdikten sonra
danışmaya gelen ve genellikle çılgın bir ruh haline bürünen kişi, ayaklar önde
olmak üzere mağaranın ağzından dışarı fırlatılırdı.
Kehanet
mağarasının hemen yakınında birbirinden bir metre kadar uzakta iki pınar
fışkırırdı. Mağaraya girenler, tuhaf okült niteliklere sahip görünen bu iki
pınardan içerdi. Birinci su unutkanlık suyuydu. Onu içen bütün üzüntülerini
unuturdu. İkinci pınar ise kutsal Mnemosyne, yani hatırlama suyuydu. Bu
ikincisi mağarada yaşadıklarını hatırlamak için içilirdi. Kehanetler görüler ve
düşler olarak veriliyordu ve rahipler bunları yorumluyordu. Kahine
başvurulmadan önce bir koç sunulurdu ve rahip hiyeromansi (hayvan bağırsak ve
iç organlarına bakma) yoluyla vaktin uygun, sununun yeterli olup olmadığı
değerlendirilirdi.
Manly P. Hall yazılarından derlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder