Bu Blogda Ara

31 Mart 2013 Pazar

Pisagor Öğretisinde Sayıların Ezoterik Anlamları





Sayıların gizli anlamlarıyla ilgili birçok spekülasyon mevcuttur ve bu alanda birçok keşif yapılmışsa da, Pisagor’un ölümüyle birlikte bu bilimin en büyük anahtarı kaybolmuştur. Yaklaşık 2500 yıl boyunca tüm ulusların düşünürleri Pisagorcu sayı yumağını çözmek için uğraşmış, ancak hiçbiri başarılı olamamıştır. Bu konudaki karmaşayı Albert Pike’ın Symbolism isimli kitabındaki şu yazısı açıklıyor; “7 sayısının neden Minerva ya da küpe neden Neptün denildiğini anlamıyorum. Pisagorcuların sayılara verdikleri farklı isimler, hiç kuşkusuz sembolikti ve sırlar içeriyordu ve Plutarkos zamanında da bu isimlerin anlamlarının kaybolmuş olduğu konusunda çok az kuşku vardır. Pisagor sembollerini kendisinin sözel açıklaması olmadan çözülemeyecek sır perdeleri ardına gizlemede başarılı olmuştur.”

Bir kelimenin sayısal değerini elde etmek için yapılacak ilk şey ilk olarak o kelimeyi orijinal diline çevirmektir. Bu yapılmadıkça kelimenin gerçek değerini bulmak imkansızdır. Ayrıca ancak Yunan veya İbranice kelimeler başarılı şekilde analiz edilebilmektedir. Bu nedenle Eski Ahit’ten gelen isimler İbrani harflere ve Yeni Ahit isimleri Yunancaya çevrilmelidir. Bu arada şuna değinmekte de fayda var; bugün moda olan, bir ismin veya soy ismin mizacı veya mali durumu değiştirmek umuduyla titreşimini değiştirme pratiğinin eski Pisagorcu nümerik felsefe sistemiyle alakası yoktur.

Örnek vermek gerekirse; Yahudilerin tanrısını Yehovah olarak telaffuz ediyoruz. Fakat Yehovah kelimesinin sayısal değerini ararken bu ismi tekrar İbrani harfleriyle yazmamız gerekir. Bu isim sağdan sola doğru okunur. İsmi oluşturan İbrani harfler He, Vav, He, Yod harfleridir. Sağdan sola okunuşu Yod-He-Vav-He’dir. Yod’un değeri 10’dur. He’nin değeri 5, Vav’ın değeri 6 ve ikinci He’nin değeri yine 5’tir. Dolayısıyla 10+5+6+5=26 Yehovah ile eş değerdir. Bunun yerine İngilizce harfler kullanılsaydı, sayısal değer doğru olmayacaktı.

Bütün yüksek sayılar ilk on sayıdan birine, 10 sayısı da 1’e indirgenebilir. Dolayısıyla tanrıların isimlerinin nümerik değerlerinin bulunmasıyla ortaya çıkan bütün çok haneli sayılar ilk 10 sayıdan birine tekabül eden bir temele sahiptir. Bu sisteme göre sayılar birbirine eklenir. Örneğin 666 sayısı; 6+6+6, yani 18 bu da 1+8=9 olur. Vahiyler kitabına göre 144.000 insan kurtuluşa erecektir. Bu sayı 1+4+4+0+0+0, yani 9’dur. Böylece hem Babil Canavarı’nı, hem de kurtuluşa erecek insan sayısını gösterdiğini görürüz ki, onun da nümerik değeri 9’dur.

Pisagorcular aritmetiğin bütün bilimlerin anası olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu durum geometri, müzik ve astronominin ona bağlı olması, ama aritmetiğin diğer bilimlerden bağımsız olması gerçeği ile kanıtlanır. Astronomi hem geometri hem müziğe dayalıdır ve aritmetik ondan da önce gelmektedir.

Pisagorculara göre her rakamın farklı özelliği vardır ve tanrıların bu özelliklerden pay aldığına inanılır. Pisagorcu sayılar üzerine aşağıdaki özet Nicomachus, Smyrnalı Theon, Proclus, Porphyry, Plutarch, İskenderiyeli Clement, Aristoteles ve diğer erken dönem otoritelerinin yazdıklarından alıntılanmıştır.

Monad -1-
Bu isimle anılır, çünkü her zaman aynı kalır, yani çokluktan ayrıdır.
Özellikleri;
  1. Ona akıl denir çünkü akıl sabit ve hâkimdir.
  2. Hermafrodit denir çünkü hem erkek hem dişidir.
  3. Tek ve çifttir çünkü çifte eklenince tek, teke eklenince çift yapar.
  4. Tanrı denir çünkü her şeyin başı ve sonudur fakat kendisinin ne başlangıcı vardır ne de sonu.
  5. İyidir çünkü bu Tanrı’nın doğasıdır.
  6. Maddenin kabıdır çünkü esasen maddi olan düadı (ikiyi) üretir.

Pisagorcular Monad’a “Kaos”, “Gizlilik”, “Uçurum”, “Tartarus”, “Styx”, “Abis”, “Lethe”, “Atlas”, “Axis”, “Morfo”, “Jüpiter’in Tahtı” veya “Jüpiter’in Kulesi” isimlerini vermişlerdir. Çünkü o evrenin merkezinde ikamet eder ve gezegenlerin kendi etrafındaki dairesel hareketini yönetir. Monad’a ayrıca “Tohum Sebep” de denir. Bunun nedeni, onun evrendeki bütün düşüncelerin kaynağının O olmasıdır. O’na Güneş ile olan ilişkisinden dolayı “Apollon”; insana ışığı getirdiği için “Prometheus”, ateşte var olduğu için “Pyralios”, onsuz hiçbir sayı var olamayacağı için “Doğum”, “Doğuran”, birincil töz olduğu için “Töz”, “Hakikatin Sebebi”, “Senfoninin İskeleti” de denilmiştir.

Büyük ve küçük Monad’ın ortasında denklik vardır; kasıt ile bırakma arasında ölçü vardır, çokluğun ortasında ortalama vardır ve sonsuzluk ne geçmiş ne gelecek bildiği için odası şimdidir. Ona Jüpiter denir çünkü o Tanrıların başı ve babasıdır. O evdeki ocak ateşi Vesta’dır çünkü evrenin ortasında durur ve tıpkı dairenin merkezindeki nokta gibi hiçbir yere temayül göstermeden orada kalır. Formdur, çünkü çevreler, kapsar ve sona erdirir. Sevgi, uyum ve merhamettir, çünkü bölünmezdir. Monad için kullanılan diğer sembolik isimler; gemi, savaş arabası, Proteus (şekil değiştirebilen bir tanrı), Mnemosyne ve Polyonymous (birçok ismi olan).

Düad -2-

Aşağıdaki sembolik isimlerin düad’a verilmesinin sebebi, onun bölünmüş olması, bir değil iki olması ve bir yerde iki olduğunda her birinin birbirine karşıt olmasıdır: Deha, Şer, Eşitsizlik, İstikrarsızlık, Hareket, Cesaret, Metanet, Yarış, Madde, Benzememe, Çokluk ve Monad arasında ayrılma, Eksiklik, Biçimsizlik, Belirsizlik, Kesin Olmama, Uyum, Tahammül, Kök, Fikir Fışkıran Pınarın Kökü, Phanes, Fikir, Hata, Değişme, Çekinme, Güdü, ölüm, Hareket, Doğum, Değişme, Bölünme, Boylam, Artış, Kompozisyon, Dostluk, Talihsizlik, Destekleme, Yükümlülük, Evlilik, Ruh ve Bilim. W. Wynn Wescott Sayılar kitabında düad için “O’na ‘cesaret’, ‘küstahlık’ adları takılmıştır çünkü İlahi Olan’dan kendini ayıran ilk sayıdır. Kıldani kahinlerin söyledikleri gibi, ‘Tanrı’nın en iç odasında sessizlik vardır’’.

Monad’ın baba oluşu gibi, Düad anadır; dolayısıyla düadın tanrıça İsis, Rhea, Phrygia, Lydia, Dindymene (Kibele), Ceres, Erato, ay çatallı olduğu için Diana, Dictynna, Venüs, Dione, Cytherea, Jüpiter’in hem karısı hem de kız kardeşi olduğu için Juno ve Merkür’ün annesi Maia ile bazı ortak noktalara sahiptir.

Monad bilgelik sembolü iken düad cehalet sembolüdür. Çünkü onda ayrılık duyusu vardı ve bu da cehaletin başlangıcıdır. Ne var ki düad, ayrıca bilgeliğin de anasıdır çünkü cehalet –bizatihi kendi doğasından- kaçınılmaz bir şekilde bilgelik doğurur.

Pisagorcular monada saygı duyarken düadı hor görmüşlerdir. Çünkü o, kutupluluk sembolüdür. Düad’ın gücüyle göklere karşı derinler yaratılmıştır. Derinler gökleri yansıtır ve yanılsamanın sembolü haline gelir. Çünkü aşağısı sadece yukarısının yansımasıdır. Aşağıya maya, yanılsama, deniz, büyük boşluk denir. Pers’in Magi’si bunu sembolize etmek için aynalar taşır. Düad’dan tartışma ve rekabet çıkar. Bu durum bir sayı formuna bürünen kurtarıcı-Tanrı’nın iki hırsızın arasında insanların günahları için çarmıha gerilip düada bir monad getirerek dengeyi tesis etmesine kadar devam eder.

Triad -3-

Monad’a her zaman sayı gözüyle bakılmadığından aslında ilk tek sayıdır. O birliğin ilk dengesidir. Dolayısıyla Pisagor Apollon’un bu yüzden üç ayak üzerinde kehanette bulunduğunu söyleyip üç kere sunu sunulmasını tavsiye etmiştir. Triad’ın niteliklerinin anahtar kelimeleri şunlardır; dostluk, barış, adalet, basiret, merhamet, ölçü ve erdem. Şu tanrılar Triad’ın ilkelerinden pay alırlar; Satürn (zamanın yöneticisi), Latona, Cornucopiae, Ophion (Yüce Yılan), Thetis, Hecate, Polyhymnia, Pluton, denizin yöneticisi Triton, Tritogenia, Achelous, Charis, Erinyes.

Bu sayıya bilgelik denilmektedir çünkü insan şimdiyi örgütler, geleceği görür ve planlardan faydalanır. Triad bilgeliğin ve kavrayışın sebebidir. Triad bilginin sayısıdır –müzik, geometri, astronomi ile yersel ve göksel bilimler. Pisagor bu sayının küpünün aysal döngü erkine sahip olduğunu öğretmiştir.

Triad ile onun sembolü olan üçgenin kutsal olmasının sebebi, onun monad ile düaddan yapılmış olmasıdır. Monad İlahi Baba’nın sembolüdür, düad ise Yüce Ana’nın. Bu ikisinden yapılmış olan triad, dolayısıyla androjendir ve yaratıcı yönü her zaman üçgenle gösterilen Tanrı’nın âlemlerini kendinden yaratmış olduğu gerçeğinin sembolüdür. Monad, düad olunca meyveler vermeyi mümkün kılar çünkü düad Meru’nun rahmidir. Bu rahimde alem kuluçkaya yatmıştır ve onun içinde bir embriyo vardır.

Tetrad -4-

Pisagorculara göre kök sayıdır; bütün her şeyin kökeni, doğanın pınarı ve en kusursuz sayıdır. Bütün tetradlar entelektüeldir; zuhur eden bir düzene sahiptir ve Empyreum içinden geçerken alemleri çevreler. Pisagorcuların Tanrı’yı bir tetrat olarak görmelerinin sebebi, Pisagor’a atfedilen kutsal bir konuşmada açıklanmıştır. Burada Tanrı’ya Sayıların Sayısı denilir. Bunun nedeni decadın yani 10 sayısının 1,2,3 ve 4 sayılarının toplamı olmasıdır. 4 sayısı Tanrı’nın sembolüdür çünkü ilk üç sayıyı sembolize eder. Dahası tetrad 1 ile 7’nin ortasında olduğu için haftanın ortasıdır. Tetrad ayrıca ilk geometrik katıdır.

Pisagor insan ruhunun bir tetraddan oluştuğuna inanırdı. Ruhun dört kuvveti akıl, bilim, görüş ve duyudur. Tetrad bütün varlıkları, elementleri, sayıları ve mevsimleri birbirine bağlar. Tetraktis olmayan hiçbir şeyin ismi olamaz. O, her şeyin sebebi ve yapıcısıdır. Zeki Tanrı’dır. Göksel ve duyusal iyinin yaratıcısıdır. Plutarch, dünya da denilen bu tetraktisin 36 sayısı olduğunu söyler. Çünkü 36 şu şekilde ilk dört tek sayının ilk dört çift sayıya eklenmesinden oluşur:

1+3+5+7=    16
2+4+6+8=    20     
                  36

Tetrad için verilen anahtar kelimeler şunlardır; atılganlık, kuvvet, canlılık, iki analı olma ve onsuz evrensel yapı olamayacağı için doğanın anahtar koruyucusu. Ayrıca ona ilk derinlik ve uyum da denir. Aşağıdaki tanrılar tetradın doğasından pay alırlar; Herkül, Merkür, Volkan, Baküs ve Urania.

Triad temel renkleri ve ana gezegenleri temsil eder. Tetrad ise türevsel renkleri ve küçük gezegenleri temsil eder. İlk üçgenden yedi ruh çıkar ve bu br üçgen ile bir kare tarafından sembolize edilir.

Pentad -5-

Pentad -5- tek ve çift sayının (3 ve 2) birleşmesidir. Yunanlılar için pentagram ışığın, sağlığın, canlılığın kutsal sembolüdür. Ayrıca dört elementin çalkantısından uzak olduğu için beşinci elementi (esir – eter) gösterir. Ona denge de denir çünkü kusursuz 10 sayısını iki eşit parçaya böler.

Pentad doğanın sembolüdür. Çünkü kendisi ile çarpıldığında kendisine döner. Tıpkı bir tohum olarak başlayıp doğanın süreçlerinden geçerek, kendi olgunlaşmasının en yüksek biçimi olarak kendi tohumunu üreten buğday gibi. Kendi kendiyle çarpılan diğer tüm sayılar, kendilerinden başka sayılar üretirler. Bir tek 5 ve 6 kendileriyle çarpıldığında, ortaya çıkan sonucun son rakamı olarak hep kendilerini korur ve temsil ederler.

Pentad, bütün üstün ve aşağı varlıkları temsil eder. Ayrıca ona mistik gelişimin sağlanma aracı olan ruhani esirlere bağlantısından dolayı bazen Hiyerofant, yani Gizemler Rahibi denir. Pentad’ın anahtar kelimeleri; uzlaşma, birbirinin yerini alma, evlilik, ölümsüzlük, samimiyet, takdir ve sestir. Pentad’ın doğasından pay alan tanrılar şunlardır; Pallas, Nemesis, Bubastia (Bast), Venüs, Androgynia, Cyntherea ve Jüpiter’in elçileri.

Tetrad (elementler) artı monad pentad olur. Pisagorcular, toprak, ateş, hava ve su elementlerine nüfuz eden esir dedikleri bir tözün olduğunu ve onun hayat ve canlılığın temeli olduğunu öğretmişlerdir. Dolayısıyla beş köşeli yıldızı, yani pentagramı canlılık, sağlık ve nüfuz etme sembolü olarak kullanmışlardır.

Filozoflar toprak elementini bir ejderha sembolünün ardına gizlerlerdi ve kadim dünyanın birçok kahramanının yola çıkıp ejderhayı öldürdüğü anlatılır. Yani kılıçlarını (monad) ejderhanın bedenine sokarlar (tetrad). Sonuç pentad, yani ruhani doğanın maddi doğaya galip gelmesinin sembolüdür. Dört element, erken dönem kutsal kitap yazılarında Eden Bahçesi’nden akan dört ırmak olarak tarif edilir. Elementlerin kendisi ise Hezekiel’in Kerubları tarafından kontrol edilirler.

Heksad -6-

İskenderiyeli Clement’e göre, Pisagorcular heksadın -6- hem peygamberlere hem de kadim gizem okullarına göre dünyanın yaratımını temsil ettiğine inanırlardı. Pisagorcular ona bütün parçaların kusursuzlaştırılması adını vermişlerdi. Bu sayı özellikle Orfeus için kutsaldır. Ayrıca kader, Lachesis ve Mü Thalia için de kutsaldır. Ona formların formu, evrenin dili ve ruhun yapıcısı denirdi.

Yunanlılar için harmoni ve ruh, benzeri bir doğaya sahiptir. Çünkü bütün ruhlar harmonidir.

Heksad ayrıca evliliğin sembolüdür çünkü biri eril biri dişil iki üçgenin evliliğinden oluşur. Heksad için verilen anahtar sözcükler arasında şunlar bulunur; Vaktin ölçüsü olduğu için “zaman”; sağlık denge olduğu için ve heksad bir denge sayısı olduğu için “her derde deva ilaç”; “harmonik zıtlıkların sık sık gözlemlendiği dünya”; parçaları bütünlük için yeterli olduğu için (3+2+1=6) “kendi kendine yeten”; içinde ölümsüzlük unsurlarını taşıdığı için “yorulmaz”.

Heptad -7-

Pisagorcular için heptad -7- “saygıya değer” olarak adlandırılmıştır. Dinin sayısı olduğuna inanılır, çünkü insan sunu sunması gereken yedi semavi varlık tarafından yönetilir. Ayrıca o hayatın sayısıdır, çünkü yedinci ayda doğan ceninler genelde yaşarken; sekizinci ayda doğan ceninler yaşamazlar. Bir yazara göre o Anasız Bakire Minerva’dır. Çünkü o bir anadan değil, bir taçtan daha doğrusu Baba’nın, monadın başından doğmuştur. Heptad’ın anahtar sözcükleri şunlardır; talih, fırsat, gözetim, kontrol, hükümet, yargı, düşler, sesler ve bir şeyi sona erdiren her şey. Heptadın özelliklerini gösteren tanrılar şunlardır; Aegis, Osiris, Mars ve Cleo.

Birçok kadim ulus için heptad kutsal bir sayıdır. Musevilrin Elohim’inin sayısal değeri yedidir. Bunlar Şafak Ruhları veya daha çok bilinen adlarıyla gezegenleri kontrol eden Başmeleklerdir. Güneş’in üç yönünün idaresini üstlenmiş olan üç ruh ile yedi Başmelek, kutsal Pisagorcu decadı 10’u oluşturur. Pisagorcu gizemli tetratis yani 1’den 4’e kadar dört satırlık noktalar, yaratımın sembolik işaretidir. Doğadaki her şeyin decad, yani 10 sayısı ile doğduğuna dair büyük Pisagorcu hakikat, Hürmasonlukta her bir elin beş parmağı olarak 10 parmağın bir tutuşta birleştirilmesiyle korunmuştur.

3 (ruh, akıl ve can) 4’e (dünyaya) iner, toplamı 7 yani insanın mistik sayısıdır. Böylece insan üçlü bir ruhani bedene ve dörtlü bir maddi bedene sahiptir. Bunlar altı yüzeyi ve ortasında gizemli yedinci noktası olan bir küple sembolize edilirler. Altı yüzey yönleri gösterir; kuzey, doğu, güney, batı, yukarı ve aşağı. Veya ön, arka, sağ, sol, yukarı ve aşağı. Veyahut toprak, ateş, hava, su, ruh ve madde. Bütün bunların ortasında küpün merkezinde altı primat oluşturan ve ayakta duran insanı sembolize eden 1 sayısı durur. Bu durumdan büyük okült doğru çıkar, “Merkez bütün yönlerin, bütün boyutların ve bütün uzaklıkların babasıdır.”

Heptad yasanın sayısıdır; çünkü o Kozmik Yaratıcıların, İnşaatçıların, tahtın önündeki yedi ruhun sayısıdır.

Ogdoad -8-

Bu sayı kutsaldı çünkü sekiz köşesiyle ilk küpün sayısıydı. Üstelik 10 sayısının altındaki ilk çiftsel çift sayıdır (1-2-4-8-2-1). Böylece 8 iki 4’e, 4 iki 2’ye, 2 iki 1’e bölünüp monadı yeniden tesis eder. Ogdoad’ın anahtar sözcükleri arasında şunlar vardır; sevgi, tavsiye, saflık, yasa ve uygunluk. Ogdoad’ın doğasından pay alan tanrılar; Panarmonia, Rhea, Kibele, Kadmaea, Dindymene, Orcia, Neptün, Themis ve Euterpe.

Ogdoad, Yunanistan’ın ve Kabiri’nin Eleusis Gizemleri’yle ilişkili gizemli bir sayıydı. Ona küçük kutsal sayı denirdi. Bu kavrayış kısmen Hermes’in kadüsünün birbirine dolanmış yılanlardan oluşan asasından, kısmen göksel cisimlerin yılansı hareketinden ve muhtemelen kısmen Ay Düğümleri’nden gelir.

Eneead -9-

İlk tek sayının ilk karesidir (3x3). Başarısızlık ve eksiklikle ilişkilendirilmiştir. Çünkü kusursuz sayı 10’dan bir eksiktir. Ona ceninin dokuz aylık ömründen dolayı “insanın sayısı” da denilmiştir. Eneeadın anahtar kavramları arasında okyanus ve ufuk kavramları bulunur. Çünkü kadimlere göre bunlar sınırsızdır. Eneead sınırsız bir sayıdır çünkü onun ardında sadece sonlu 10 vardır. O sınır ve sınırlanmadır çünkü bütün sayıları içinde tutmuştur. Hava küresidir, çünkü havanın yeryüzünü çevrelemesi gibi, o da bütün sayıları çevreler. Eneeadın doğasında az ya da çok pay alan tanrı ve tanrıçalar şunlardır; Prometheus, Volkan, Jüpiter’in karısı ve kız kardeşi olan Juno, Paean, Aglaia, Tritogenia, Kuretes, Proserpine, Hyperion ve Terpsichore.

Ennead -9- şer bir sayı olarak görülmüştür. Çünkü o 6’nın tersidir. Eleusis Gizemleri’ne göre 9, bilincin doğumdan önce geçtiği kürelerin sayısıdır. Sperma hayvancığına benzerliğinden dolayı tohum hayatı ile ilişkilendirilmiştir.

Decad -10-

Pisagorculara göre en yüce sayıdır, bu onun sadece tetraktis (10 nokta) olmasından değil, onun aritmetik ve harmonik oranları kapsıyor olmasındandır. Pisagor, 10 sayısının, sayının doğası olduğunu söylemiştir. Çünkü bütün uluslar ona doğru koşar ve ona ulaştıklarında tekrar monada dönerler. Decad hem sema hem de dünyadır. Çünkü birincisi ikincisini kapsar. Kusursuz bir sayı olarak decad Pisagorcular tarafından yaş, erk, iman, zorunluluk ve hafıza gücü ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıca yıpranmayan sıfatıyla da anılmıştır çünkü Tanrı yorulmazdır. Pisagorcular, semavi cisimleri onlu bir düzene sınıflandırmışlardır.

Ayrıca bütün sayıların en kusursuzu olan decadın kendi içinde tek ve çift sayıların, hareket edenin ve etmeyenin, iyi ve kötünün doğasını barındırdığını ifade etmişler, onun gücünü aşağıdaki tanrılarla ilişkilendirmişlerdir; Atlas (sayıları omzunda taşıdığı için), Urania, Mynemosyne, Güneş, Phaneler ve Tek Tanrı.

Desimal sistem parmakların sayı saymak için kullanıldığı zamandan geliyor olabilir, çünkü parmaklar en ilkel sayı sayma aracıdırlar.


22 Mart 2013 Cuma

Pisagor'un Sembolik Aforizmaları


Iamblikhus, Pisagor’un 39 sembolik sözünü toplamış ve yorumlamıştır. Bunlar Thomas Taylor tarafından Yunanca’dan İngilizce’ye çevrilmiştir. Aforizmasal yargı Crotona’daki Pisagorcu üniversitenin en sevilen öğretim yöntemlerindendi. Bu aforizmaların en kapsayıcı olanlarından 10 tanesi gizli anlamlarıyla birlikte aşağıda verilmiştir;

  1. Halkın yolundan çekil ve fazla çiğnenmemiş yollardan yürü; Bilgelik arayanlar onu yalnız aramalıdır.
  2. Tanrıların örneğini takip ederek her şeyden önce diline hakim ol; İnsan sözü onu yanlış temsil edebilir ve ne söyleneceğinden emin olunmadıkça kişi sessizliği seçmelidir.
  3. Rüzgar esiyor, sese tap: Pisagor burada Tanrı’nın ol kelimesinin elementlerin sesinde işitildiğini ve doğadaki her şeyin uyum, ritim, düzenle Tanrı’nın özelliklerini tezahür ettirdiğini öğrenciye hatırlatıyor.
  4. İnsana yükünü kaldırmada yardım et, ama onu yere bırakmasına yardım etme: Burada gayret gösteren kişiye yardım edilmesi gerektiği, ama sorumluluklarından kaçmaya çalışan kişilere de asla yardım edilmemesi gerektiği ve tembelliğe teşvik etmenin büyük günah olduğu hatırlatılmaktadır.
  5. Elinde ışık olmadan Pisagorcu konularda konuşma: Burada, ruhani ve entelektüel bir aydınlanma olmadan gizli bilimler ve Tanrı’nın sırları konusunda yoruma kalkışmama konusunda uyarılmıştır.
  6. Evinden çıktıktan sonra asla geri dönme, çünkü periler sana yoldaşlık etmektedirler: Hakikati aramaya başlayıp sırrın bir kısmını öğrendikten sonra eski cehalet ve kusur yaşantısına geri dönenler büyük acılar çekeceklerdir; çünkü ilahi dünya hakkında hiçbir şey bilmemek, öğrenmeyi yarıda kesmekten daha iyidir.
  7. Bir horoz besle, ama asla onu kurban etme. Çünkü o ay ve güneş için kutsaldır: Burada iki ders mevcuttur. Birincisi canlıları tanrıya kurban etme konusunda uyarıda bulunmaktadır çünkü hayat kutsaldır ve Tanrı’ya bir sunu olarak bile yok edilmemelidir. İkincisinde horozun simgelediği insan bedeninin güneş (Tanrı) ve ay (Doğa) için kutsal olduğu konusunda uyarı yapmaktadır. Beden ilahiliğin en değerli ifade aracı olduğundan korunmalı ve ona özen gösterilmelidir.
  8. Kırlangıçların evine yuva yapmasına izin verme: Hakikat arayıcısı, geçici düşünceleri aklından uzaklaştırması ve düzeysiz insanları hayatına sokmaması konusunda uyarılmıştır. Kişi etrafını her zaman ilham veren düşünürler ve çalışkan insanlarla çevirmelidir.
  9. Sağ elini kolayca herkese verme: Burada müridi kendine hakim olması ve takdir edemeyeceklere hikmetini ve bilgeliğini (sağ elini) sunmaması konusunda uyarmaktadır. Burada el, cehalet yüzünden düşenleri kaldıran Hakikati temsil ediyor; fakat kalbi ve aklı ölü olanların çoğu hikmet istemediği için, onlar kendilerine nezaketle uzatılan eli keseceklerdir.
  10. Yataktan çıktığında pijamalarını katla ve çarşaftaki uyku izlerini sil: Pisagor, cehalet uykusundan uyanan öğrencilerine daha önceki ruhani karanlıklarının izlerini silmeyi öğretmektedir. Çünkü yoldan geçen bilge ardında daha akılsız ve kör olanların put yapmak için kullanacağı izler bırakmaz.

Pisagorcu fragmanların en ünlüleri Altın Dizeler denilen fragmandır ancak bunların yazarının gerçekte kim olduğu konusunda kuşkular vardır. Altın Dizeler, Crotona öğretilerinin, ya da daha yaygın adıyla İtalyan Okul’un temelini oluşturan tüm felsefi sistemin kısa bir açıklamasını içermektedir. Bu dizeler okuyucuya Tanrı’yı sevme, büyük kahramanların adını aziz tutma, demonlar ile elementsel varlıklara saygı gösterme konularında nasihatlerle başlar. Sonra, insanı gündelik hayatı konusunda dikkatle ve etkin bir biçimde düşünmeye, aklın ve ruhun hazinelerini, dünyevi faydaların biriktirilmesine yeğlemeye teşvik eder. Dizeler ayrıca insana aşağı maddi doğasının üstüne çıkıp öz-hakimiyet kazandığı zaman eninde sonunda tanrılar huzuruna kabul edileceği, onlarla bir olacağı, ölümsüzlüklerinden pay alacağı sözünü verir. (Historia Deorum Fatidicorum, Genova, 1675)

Manly P. Hall

Pisagor... Hayatı ve Felsefesi


Pisagor’un babası Mnesarchus iş nedeniyle Delfi şehrindeyken karısı Parthenis’le birlikte bir şeyler danışmak için Delfi kahinine giderler. Python sordukları sorulara cevap vermek yerine Mnesarchus’a karısının hamile olduğunu, bir oğul doğuracağını, güzellikte ve bilgelikte bütün insanları geçecek olan bu çocuğun hayatı boyunca insanlığa büyük katkılarda bulunacağını söyler. Gerçekten de karısı Fenike’nin Sidon şehrinde kahinin söylediği gibi bir oğul dünyaya getirir. Mnesarchus ile Pythasis oğullarının kaderinin kahin tarafından belirlendiğine inanarak ona Pisagor adını verirler.



Ünlü filozof 600 ile 590 yılları arası bir tarihte doğmuştur ve yaklaşık 100 yıl yaşadığı tahmin edilmektedir. Pisagor’un öğretileri, onun Doğu ve Batı felsefeleri hakkında tam bir bilgiye sahip olduğuna işaret eder. Yahudiler arasında gezmiş, Hahamlardan İsrail’in kanun koyucusu Musa’nın gizli öğretilerini öğrenmiştir. Pisagor Mısır, Babil ve Kalde Gizemleri’ne inisiye edilmiştir. Seyahatleri hakkında söylenenler farklılık gösterse de, tarihçiler onun birçok ülkeyi ziyaret edip birçok ustanın dizi dibinde oturduğunda hemfikirdirler.

Frank C. Higgins Kadim Hürmasonluk isimli eserinden Pisagor’dan şöyle bahseder; "Yunan filozoflarından öğrenilmesi mümkün her şeyi öğrendikten ve büyük ihtimalle Eleusis Gizemlerine inisiye edildikten sonra, Mısır’a ve birçok deneme ve reddelişten sonra Thebes rahiplerinin yanında İsis Gizemleri’ne inisiye edilmiştir. Bu korkusuz Gizem okulları meraklısı, Fenike ve Suriye’ye giderek burada Adonis Gizemleri’ni öğrenmiştir. Euphrates (Fırat) vadisini geçtikten sonra burada Babil bölgesinde yaşayan Kıldanilerin gizli ilimlerinde öğrenim görecek kadar uzun kalmıştır. Nihayet, Media ve Pers ülkesinden geçerek bilgili Elephanta ve Ellora Brahminlerinin bir öğrencisi ve inisiyesi olduğu yıllar boyunca Hindistan’da kalmıştır. Burada, Brahminlerin kayıtlarında Pisagor Yavançarya, İyonlu Öğretmen adıyla kayıtlıdır.”

Seyahatlerinden döndükten sonra Güney İtalya’da üniversite diye anılan bir okul kurdu. Bütün sanatların ve bilimlerin temelindeki üçgen olarak gördüğü okült matematik, müzik ve astronomi öğretmiştir. Bu arada dünya "filozof" kelimesini ona borçludur. Ondan önce bilge insanlara veliler veya bilgeler deniliyordu ki; bu kelime bilenler şeklinde yorumlanıyordu. Pisagor daha mütevazıydı ve bilgi sever, bilgi bulmaya çabalayan anlamına gelen filozof kelimesini yarattı.

Pisagor’un açık sözlülüğü birçok siyasi ve kişisel düşmanlıklara yol açmıştır. Ona inisiye edilmek için gelenlerden biri, öğrenci olarak kabul edilmediği için Pisagor’u ve felsefesini yok etmeye azmetmiş, hınç duygusu içindeki bu kişi yanlış şeyleri propaganda ederek halkı kışkırtmıştır. Kısa bir süre içinde Pisagor ve öğrencilerinin yaşadığı köye bir katil çetesi aniden baskın düzenleyerek evleri, binaları yıkıp Pisagor’u öldürmüştür. Pisagor’un ölümü ile ilgili anlatılanlar farklı farklıdır. Bazıları müritleri tarafından öldürüldüğünü söyler, bazıları Crotona’dan öğrencileriyle birlikte kaçarken düşman tarafından tuzağa düşürülüp içinde oldukları binanın yakılmasıyla diri diri yakıldığını söyler. Başka bir hikâyeye göre ise yanan binanın içinde öğrencileri ateşin üzerinde Pisagor'un kaçması için köprü oluşturmuşlar, oradan kaçan Pisagor ise bu olaydan kısa süre sonra acı içinde ölmüştür. Hikâyelerden hangisinin doğru olduğu bilinmemekle birlikte, Pisagor’un öğrencilerinin asla ona ismiyle hitap etmediği, "Efendi İnsan" sıfatlarını kullandıkları bilinir. Bunun nedeni Pisagor isminin özel olarak bir araya gelmiş belli bir sayısal değere ve büyük bir anlama sahip olduğuna dair inanç olabilir. The World dergisi T.R. Prater’in Pisagor’un adayları kendi isminde gizli belli bir formül aracılığıyla inisiye ettiğini ileri süren bir makalesini yayınlamıştır. Bu durum Pisagor isminin neden bu kadar saygı gördüğüne açıklık getirebilir.

Pisagor’un ölümünden sonra okulu yavaş yavaş dağılmış, fakat öğretisinden faydalanmış olanlar büyük filozofa yaşarken gösterdikleri saygıyı onun anısına da göstermişlerdir. Zamanla Pisagor bir insandan ziyade bir tanrı sayılmaya başlamış, etrafa dağılmış öğrencileri öğretmenlerinin aşkın dehasına duydukları saygıyla birbirlerine daima bağlı kalmışlardır. Edouard Schure, “Pythagoras and the Delphic Mysteries” adlı eserinde bu bağlılığı anlatmak için şu hikâyeden bahseder;

“Hastalık ve yoksulluk içinde olan öğrencilerden birini yardımsever bir hancı evine alıp bakar. Öğrenci ölmeden önce hanın kapısına birkaç gizemli işaret çizer ve dönüp hancıya ‘Endişelenme, kardeşlerimden biri borcumu ödeyecektir’ der. Bir yıl sonra bir yabancı hanın önünden geçerken kapıdaki işaretleri görür ve hancıya; ‘Ben bir Pisagorcuyum bir kardeşim burada öldü. Size onun için ne kadar borcum olduğunu söyler misiniz?’ der.”

Frank C. Higgins’e göre “Pisagor’un öğretileri masonlar için aşkın bir öneme sahiptir. Çünkü onun zamanındaki medeni dünyanın her yanından öncü filozoflarla görüşmelerinden devşirilen bu öğretiler, tümün hemfikir olduğu, görüş ayrılıklarından uzak bir öğretiyi temsil etmektedir. Pisagor’un bu şekilde elde ettiği kararlı duruşunun katıksız tektanrıcılık olması bütün kadim inisiyatik okullarda Tanrı’nın birliğinin esasen doğru olduğunu göstererek tradisyonumuzu doğrular. Biyografilerine göre okulun üç aşamalı bir derece sistemi vardı. İlki Matematikus’tu; bu derede öğrenci matematik ve geometride ustalık kazanırdı. Çünkü bundan sonra alacağı bütün bilgi bu matematik ve geometri bilgisine dayanmaktaydı. İkinci derece olan Teoritikus kesin bilimlerin yüzeysel uygulamalarını içeriyordu. Sonuncu ve üçüncü derece oln Elektus’tan sonra öğrenci sindirebildiği ölçüde aydınlanmanın ışığına doğru yürüyordu. Pisagorcu okulun öğrencileri “ekzoterik” ve “ezoterik” olarak ikiye ayrılırdı. Üç derecelik inisiyasyonu geçtikten sonra ezoterik öğrenci oluyorlar ve gizli öğreti almaya hak kazanıyorlardı. Bu büyük tarikatta sükût, gizlilik ve kayıtsız şartsız itaat temel ilkelerdi.” (Ancient Freemasonary).



Pisagorculuğun Esasları

Pisagor, insanı, doğayı ve tanrıyı anlamak için geometri, müzik ve astronomi bilgisinin şart olduğuna inanırdı. Hiç kimse bu bilimleri iyice öğrenemeden Pisagor’a yaklaşamazdı. Ancak o aşırılıkçı değildir. Nitekim aşırı bir erdemin bile kusur olduğuna inanırdı. Pisagor ayrıca anarşi kadar büyük bir suç olmadığına inanıyordu. Ona göre bütün insanlar ne istediklerini bilirler, fakat neye ihtiyaçları olduğunu bilmezler. Pisagor öğrencilerini "kendiniz için dua etmeyin" diye uyarırdı. Tanrılardan ricada bulunduklarında kendileri için bir şey istememeliydiler çünkü hiçbir insan kendisi için neyin iyi olduğunu bilemez dolayısıyla elde edildiğinde zarar verecek bir şeyi istemek doğru değildir. Pisagor’un tanrısı Monad’dı. Her şey olan bir’di. Ona göre Tanrı, Mutlak Akıl’dı; evrenin her yerinde mevcuttu ve her şeyin sebebi, her şeyin aklı, her şeyin içindeki güçtü. Ayrıca Pisagor et yemenin aklın melekelerini bulandırdığına inanıyordu. Eti öğrencilerine yasaklamasa da, kendisi et yemekten kesin bir şekilde kaçınmıştır. Pisagor tefekkür ve dua için sık sık Tanrı’nın tapınağına çekilirdi ve bu dönemler için yanına özel olarak hazırlanmış içecekler ve yiyecekler alırdı. Yiyecek olarak afyon ve susam çekirdeği, suyu çıkarılmış adasoğanı kabukları, fulya çiçeği, ebegümeci yaprakları, yabani balla karıştırılmış arpa ve bezelye ezmesi, içecek olarak yabani balla tatlandırılmış salatalık çekirdekleri, çekirdeksiz kuru üzüm, kişniş çiçeği, semizotu, kırıntı peynir ve peynir suyu karışımını alırdı. Pisagor’un iddiasına göre bu diyet, Libya çöllerinde dolaşırken Herkül’e tanrıça Celes tarafından verilen formüldü.

Pisagorcuların en gözde şifa yöntemi lapa kullanmaktı. Bu insanlar birçok bitkinin majikal niteliklerini de biliyorlardı. Pisagor ayrıca müziğin büyük bir şifa gücü olduğunu keşfetmiş, çeşitli hastalıklar için özel armoniler kullanmıştır. Ayrıca renklerle de deneyler yaptığı bilinmektedir. Pisagor, her türlü cerrahi müdahaleye ve dağlama yöntemlerine karşı çıkmıştır. Ona göre insan bedeninin şeklinin bozulması tanrıların ikametgâhına karşı yapılmış bir hakarettir.

Pisagor’a göre en doğru ve kusursuzluğa en yakın ilişki dostluktur. Doğada her şeyin diğer her şeyle tanrıların insanlarla, öğretilerin diğer öğretilerle, ruhun bedenle, akıldışı olanın akli olanla, felsefenin teorilerle, insanların ve hemşirelerin birbiriyle dost olduğunu; hatta yabancılar, bir erkek ile karısı, çocukları ve hizmetkârları arasında bile dostluk bağları olduğunu öğretmiştir. İçinde dostluk olmayan bağların değersiz olduğunu ve onları muhafaza etmenin yararsız olduğunu da söylemiştir.  

Pisagor’a göre bilgi, zihinsel birikimin meyvesidir. Bilginin birçok şekilde elde edilebileceğine, ama en iyi yöntemin gözlem olduğuna inanır. Hikmet bütün her şeyin kaynağını ve sebebini anlamaktı. Ve bu hikmete aklı, şeylerin görünür dışsal tezahürlerin gerisindeki görünmezi sezgisel olarak tanıyacak bir noktaya kadar yükselterek ve bu şekilde eşyanın dış görünüşünden ziyade ruhuyla rabıtaya sokarak varılabilirdi. Hikmetin varabileceği en yüksek kaynak; Pisagorcuların yok olmayan gizemli atomu Monad’dı.

Pisagor insanın ve evrenin Tanrı’nın suretinde yaratıldığını öğretmiştir; her ikisi de aynı surette yaratıldığı için birini anlamak ötekinin bilgisine ulaşmaktır. Ayrıca Büyük İnsan (Alem) ile insan (Küçük Alem) arasında sürekli bir etkileşim vardır.

Pisagor bütün gök cisimlerini canlı kabul ediyordu ve gezegen ve yıldızların cisimlerinin, tıpkı insan bedeninin görünmez bir ruhani organizmanın yani bilinçli bireyin taşıyıcısı olması gibi, ruhları, zekâları ve tinleri ağırlayan bir ev olduğuna inanıyordu. Pisagor’a göre gezegenler insanın tapınmasına ve saygısına layık önemli tanrılardı. Bununla birlikte bütün bu tanrılar Tek İlk Sebep’ten sonra geliyorlardı ve tıpkı ölümlülüğün ölümsüzlüğü içinde barındırması gibi bütün bu tanrılar onun içinde geçici olarak var oluyorlardı.

Ünlü Pisagorcu Y asası (Çatallı Asa) seçimin gücünü işaret ediyordu. Gizem okullarında Yolların Çatallanması’nın bir sembolü olarak kullanılıyordu. Çatalın sağa ayrılan koluna İlahi Hikmet (Bilgelik), sola ayrılan koluna ise Dünyevi Bilgelik denirdi. Hayat Yolu’nu yürüyen aday genç Y’nin ana dalıyla sembolize edilir ve sonunda yolların ayrıldığı bir aşamaya gelirdi. Neofit bu yol ayrımına geldiğinde ya aşağı tabiatının ona dikte ettiklerini yerine getirerek sol el yolunu seçip sonunda onu kendi yok oluşuna götürecek bir düşüncesizlik ve aptallıkla dolu bir hayata girecek ya da sağ el yolunu seçip bütünlük, çalışkanlık ve samimiyet yolunu takip ederek sonunda üstün kürelerdeki ölümsüzlerle birliğe ulaşacaktı. Pisagor bu Y mevhumunu muhtemelen Mısırlılardan almıştır. Çünkü Mısır’ın kimi inisiyasyon ritüellerinde aday iki kadınla karşılaşırdı. Tapınağın beyaz cübbesiyle kendini gizleyen kadın, neofiti öğrenme koridoruna girmeye teşvik ederken, dünyanın hazinelerini sembolize eden mücevherleri takınmış ve elinde üzüm salkımlarıyla dolu bir tepsi taşıyan diğer kadın da onu dağılma odasına girmesi için baştan çıkarmaya çalışırdı. Yolların Çatallanması ismini alan tarot kartında bu sembolün hala yaşadığını görebilirsiniz.

Pisagor’un öğrettiği ruh göçü teorisiyle ilgili fikir ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre dünyaya tekrar döndüklerinde dünyevi hayatlarındaki eylemlerinin sonucunda belli hayvanlar olarak yaşayan ölümlüler, hayatları boyunca sergiledikleri davranışın temsil ettiği hayvana dönüşürler. Örneğin çekingen veya korkak insanlar tavşan ya da ceylan, zalim insan kurt veya başka bir vahşi hayvan, kurnaz insanlar da tilki olarak dünyaya gelir. Ancak bu teori genel Pisagor’cu şemaya uymaz bu sebeple bunun mecazi anlamda olduğunu düşünmekteyiz. Muhtemelen insanların kendilerini adi arzulara ve yıkıcı eylemlere bıraktıkları zaman hayvanlaşacaklarını anlatmak için uydurulmuştur. Muhtemelen ruh göçü terimi reenkarnasyon diye bildiğimiz şeyi anlatmak için kullanılıyordu ve Pisagor bu öğretiyi doğrudan veya dolaylı olarak Mısır ve Hindistan’dan almıştı.

Pisagor’un ruhani doğanın insan formunda tekrar tekrar ortaya çıkması teorisini kabul ettiğini Levi History of Magic kitabında şöyle açıklamıştır; “O metepsychosis denilen bir öğretiyi savunuyordu. Yani ruhun birbiri ardına farklı bedenlere göçünü… Bizzat kendisi geçmiş hayatlarında –Merkür’ün oğlu Aethalides, -Troya savaşında Menelaus’un ellerinde can veren Panthus’un oğlu Euphorbus, -bir İyon şehri lan Clazomenae’li bir peygamber Hermotimus, -mütevazı bir balıkçı, ve –Sisamlu bir felsefeci olmuştur.”

Pisagor ayrıca her türlü yaratığın ona Tanrı tarafından işlenmiş olan bir mühre sahip olduğunu öğretmiştir. Her türün fiziksel formu, bu mühürden kaynaklanır. Dolayısıyla her beden onun ilahi motifinin soyluluğuyla mühürlenmiştir. Pisagor, insanın en sonunda kaba doğasını geride bırakıp ruhani esirden bir bedende işlev göreceğine inanıyordu. Bu ruhani esir, bede onun fiziksel bedenine her zaman eşlik eden beden, yani Antichton olabilir. İnsan bu bedenle doğuştan hak sahibi olduğu ölümsüzler alemine yükselecektir.

Pisagor, doğadaki her şeyin üçe bölünebileceğini öğretmiştir. Pisagor “Üçgeni kur, problemin üçte ikisi çözülür” ayrıca “her şey üçten oluşur” demiştir. Pisagor evreni de üçe ayırır: Yüce âlem, Üst âlem ve Alt âlem. En yüksek yani Yüce Âlem bütün doğaya nüfuz eden, latif bir özden oluşur. BU plan mutlak ilahilik planıdır ve tanrı her anlamda kadiri mutlak, arifi mutlak, her daim etkin ve her yerde hazırdır. İki alt âlem bu yüce kürenin içinde var olur. Üst âlem ölümsüzlerin evidir. Ayrıca arketiplerin, yani mühürlerin ikametidir. Doğaları hiçbir şekilde dünyeviliğin maddesine karışmamıştır, fakat gölgeleri bir alt dünyaya vurur. Dolayısıyla bunlar gölgeleriyle bilinirler. Üçüncü Alt âlem, maddi tözden pay alan veya maddi töz üzerinde çalışan yaratıkların âlemidir. Dolayısıyla bu küre aynı zamanda insanlarla çalışan melekler olan Demiurgların, dünyanın doğasından pay alan demonların ve nihayet geçici olarak toprak doğasına sahip olup bunun üstünü yükselme kapasitesine sahip insanların ve aşağı krallıkların âlemidir.

Sayılar arasında 1 ve 2 Pisagorcular tarafından sayı olarak kabul edilmiyordu. Çünkü onlar dünya-üstü âlemlerin sembolleriydiler. Pisagorcu sayılar 3, üçgen; 4 ve dörtgenle başlıyordu. Bunlara 1 ve 2 eklendiğinde en mükemmel sayı, evrenin arketipi 10 sayısına ulaşılıyordu. Üç âleme zarflar deniyordu. Birincisi ilkelerin zarfı, ikincisi akılların zarfı ve üncüsü ve en aşağıdaki niceliklerin zarfıydı.

Simetrik katılar, Pisagor ve ondan sonraki Yunan düşünürlerine göre çok büyük bir önem arz ediyordu. Katı bir cismin kusursuz bir biçimde simetrik ve düzgün olması için eşit uzunlukta kenarlara sahip olması gerekiyordu. Unlar bütün kenarları ve açıları eşit olan figürlerdi. Bu türden yalnızca beş katı cisim olduğunu da muhtemelen yine Pisagor keşfetmiştir.

Yunanlılar dünyanın (Maddi evrenin) toprak, hava, ateş ve su diye ayrılan dört elementten oluştuğuna inanırdı. Yunan aklı için bu elementlerin parçacıklarının biçimlerinin düzgün katılardan ibaret olduğu sonucuna varmak kaçınılmazdı. Küp en istikrarlı ve düzgün katı olduğu için Toprak parçacıkları küp; dört yüzlü en basit, dolayısıyla en hafif katı olduğu için ateş parçacıkları dört yüzlü: tam tersi nedenlerle su parçacıkları yirmi yüzlü; hava parçacıkları ise bu son ikisinin arasında olduğu için sekiz yüzlü idi. Kadim matematikçiler için oniki yüzlü katıların en gizemlisiydi. Eşit kenarlı pentagonu çizmek, Pisagor teoremini incelikle uygulamayı gerektirdiği için çok zordur. Dolayısıyla Platonun sözleriyle “Tanrı evrenin planını bu düzgün oniki yüzlüye çizmiştir.” (Stanley Redgrove, Bygone Beliefs)

Redgrove, kadim Gizemlerin beşinci bir elementinin varlığına da dikkat çekmiştir ki bu simetrik katılar ile elementler arasındaki analojiyi tamamlamaktadır. Beşinci element olan esire, Hindular akaşa adını vermiştir. Bu element modern bilimin teorik eteriyle yakından ilişkili olup, onların ortak paydası ve ortak çözünürü olan nüfuz edici tözdür. On iki yüzlü katı aynı zamanda on iki ölümsüz ve insan beyninin on iki boğumu yani on iki ölümsüzün insan doğasındaki araçlarına göndermede bulunmaktadır.

Pisagor, kendi dönemindeki insanlarla birlikte –muhtemelen aritmomansiyle- kehanet uygulamalarında bulunsa da, kullandığı yöntem hakkında net bir bilgimiz yoktur. Gelecek olayları gördüğü bir kuyusu olduğuna ve hidromansiyi (su okuma) Mısırlılardan öğrendiğine inanılır. Ayrıca Pisagor’un demonlarının suya girip suyun yüzünü dalgalandırmasını sağladığı ve bu dalgalara bakarak geleceği okuduğuna da inanılırdı.

Pisagor’un yetiştirdiği ustalardan biri bir gün bir pınardan su içtikten sonra suyun ruhunun ertesi gün büyük bir deprem olacağını haber verdiğini ileri sürdüğü ve kehanetin gerçekleştiği rivayet edilir. Pisagor büyük bir ihtimalle hem insanları hem de hayvanları hipnotize edebiliyordu. Zihin gücünü kullanarak kuşun uçuş yolunu değiştirmiş, bir ayıyı köye saldırmaktan vazgeçirmiş, bir boğayı beslenmesini değiştirmeye zorlamıştır. Ayrıca duru görü yeteneğine sahiptir ve henüz olmamış olayları tarif etmektedir.

Manly P. Hall

20 Mart 2013 Çarşamba

Yedi Gezegen İçin Yapılan Dünyanın Yedi Harikası


Kadim mimaride cisim kazanmış olan derin matematik ve mimarlık bilgisi ve Yunan heykellerinde ortaya çıkan derin anatomi bilgisi gösteriyor ki, bunları yapanlar, Gizemlerin büyük sırlarını oluşturan bilgeliği çok iyi öğrenmiş büyük ustalardır. Modern Hürmasonların ataları İnşaatçılar Loncası bu şekilde kurulmuştur. Bu inisiye sanatçılar ve mimarlar, saraylar, tapınaklar, mezarlar inşa etmek veya zenginler için heykeller yapmak için tutulduklarında eserlerinin içine gizli öğretiyi saklamışlardır.

Dünyanın yedi harikası farklı nedenlerden dolayı tasarlanmış görünseler de aslında gizem okullarının sırlarını muhafaza etmek için belli yerlere konmuş sembolik yapılardır ve gerçek amaçları ancak inisiyeler tarafından anlaşılabilir. Eliphas Levi bu yedi harika ile yedi gezegen arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Dünyanın Yedi Harikası yedi gezegensel zeka onuruna Dul Kadın’ın oğulları tarafından dikilmiştir. Bunların gizli sembolizmleri yedi vahiy mührü ve Anadolu’daki yedi kiliseyle aynıdır.



1-   Rodos Heykeli: Bronzdan yapılmış 32 metre yüksekliğinde dev bir heykeldir. İnisiye sanatçı Linduslu Chares tarafından 12 yıldan uzun bir sürede inşa edilmiştir. Yaygın bir teoriye göre heykelin ayakları Rodos limanının iki ucuna basmaktadır ve bacaklarının arasından en büyük gemiler bile geçebilmektedir. Ne yazık ki heykel ancak 56 yıl ayakta kalmış, MÖ. 224 yılında bir depremle yıkılmıştır. Güneş ışınlarından bir taç, elinde yukarı kaldırılmış bir meşale taşıyan bu figür, gizem okullarının Güneş İnsanı’nı, Evrensel Kurtarıcı’yı temsil ediyordu.



2-   Artemis Tapınağı: Mimar Ctesiphon, MÖ. 5. Asırda İonya şehirlerine onların yöneticisi tanrısı Diana için ortak bir anıt dikme planını sundu. Anıtın yeri için Smyrna’nın güneyindeki Efes kenti seçilmiştir. Mermerden yapılan binanın tavanı her biri 20 metre yüksekliğinde ve 150 ton ağırlığında 127 sütun üzerinde durur. Tapınak MÖ 356 yılında kara büyüyle yıkılmıştır. Fakat dünya bu suçu zihinsel engelli bir adama, Herostratus’a yüklemektedir. Tapınak daha sonra yeniden inşa edilmişse de, sembolizmi yok olmuştur. Evrenin bir minyatürü olarak tasarlanan ilk tapınak, okültte doğurganlık sembolü olan Ay’a adanmıştır.



3-   Zeus Heykeli: Yunan heykeltıraşlarının en büyüğü olan Phidias, Atina’dan sürgün edilince Elis kenti Olympia’ya gitti ve orada büyük Yunan tanrısı Zeus için bir heykel tasarladı. Bugün bu şaheser hakkında doğruya yakın bir tarif yoktur, birkaç eski sikke de onun genel görünüşü hakkında yetersiz fikir vermektedir. Tanrı’nın bedeni fildişleriyle kaplıdır ve kıyafetleri dövülmüş altından yapılmıştır. Ellerinde küreler tutmaktadır ve ilk küreyi Zafer Tanrıçası destekler. Öteki kürenin üstüne ise bir kartal konmuştur. Zeus’un başında gür sakallar ve zeytin dallarından bir taç bulunur. Heykel zarif dekorlu bir tahtın üzerine oturmuştur. İsminden de anlaşılacağı gibi bu heykel, Güneş Tanrısının önünde eğilen yedi tanrıdan biri olan Jüpiter gezegeninin ruhuna adanmıştır.



4-   Pharos – İskenderiye feneri: Süleyman tapınağını dünyanın yedi harikasına dahil eden Eliphas Levi, Pharos, yani İskenderiye feneri yerine onu koyar. Pharos, Cnidus’lu Sostratus tarafından Ptolemy (İ.Ö. 283-247) döneminde tasarlanıp inşa edilmiştir. Beyaz mermerden olup yaklaşık 160 metre yüksekliktedir. Tepesinde yanan ateş, millerce öteden görülebilmektedir. 13. Asırda bir deprem sırasında yıkılmıştır. Fakat kalıntıları MS 1350 yılına kadar kalmıştır. Harikalar arasında en yükseği olduğu için doğal olarak insanlığın gerçek aydınlatıcısı, Tanrıların babası Satürn’e atfedilmiştir.



5-   Halikarnas Mozolesi: Kraliçe Artemisya tarafından vefat eden kocası Kral Mausolus adına dikilmiş devasa bir anıttır. Bugünkü mozole kelimesi de Mausolus isminden gelir. Binanın tasarımcıları Satyrus ile Pythis’tir. Binayı süslemek için dört büyük heykeltıraş çalıştırılmıştır. Bina beş ana bölümden (beş duyu) oluşuyordu ve üzerinde bir piramit (insanın spritüel doğası) duruyordu. Piramit 24 (kutsal sayı) basamaktan oluşuyordu ve en üstünde Kral Mausolus’un savaş arabası içinde tasvir edilmiş heykeli vardı. Bu heykel 2 metre yüksekliğindeydi. Depremde yıkılan anıtı yeniden inşa etmek için birçok girişim olmuş ancak hiçbiri başarılı olamamıştır. Mars gezegeni için kutsal olan bu eser, dünyanın aydınlanması için bir inisiye tarafından inşa edilmiştir.



6-   Semiramis Bahçeleri: Daha çok bilinen adıyla Babil’in Asma Bahçeleri, Fırat nehri yakınındaki Nebuchadnezzar sarayının alanı içindedir. Teraslardan oluşmuş bir piramit şeklindedir ve en üstte bahçeyi sulamakta kullanılan su deposu bulunmaktadır. MÖ 600 yılında inşa edilen, ancak mimarının ismi bilinmeyen bu bahçeler, gayp aleminin planlarını sembolize ederler ve sevgi ve güzellik tanrısı olan Venüs için kutsaldırlar.



7-   Büyük Piramit: Gizem tapınakları arasında en yücesidir. Astronomik sembolizmi doğruysa 70.000 yıl önce inşa edildiğine inanılmaktadır. Mimar ölümsüz Hermes olabilir. O tanrıların elçisi ve bilgelik ile alfabenin evrensel sembolü Merkür’ün anıtıdır.

Manly. P. Hall

19 Mart 2013 Salı

Yunan Kahinleri


Yunan tarihi orman perilerinin, driadların yerleşip kehanette bulundukları konuşan ağaçlar, nehirler, heykeller ve mağaralarla ilgili hikâyelerle doludur. Apollon tapıncı da tanrıların insanlarla iletişim kurup hak edenlere geleceği ifşa ettikleri kehanet yerlerinin kurulup korunmasını kapsamasından ileri gelir. Bu kadim dönemlerin en önemli kâhinleri Delfi, Dodona, Troponius ve Lator’dur. Bunların en eskisi Dodona’nın konuşan meşe ağaçlarıdır. Delfi’deki Apollon kâhini ise en ünlüleridir.



Delfi Tapınağı: Delphi ismi “rahim” anlamına gelen delphos kelimesinden türetilmiştir. Bu isim tapınaktaki derin yarıklar ve mağaralar nedeniyle verilmiştir. Bununla birlikte Delfi tapınağına eskiden Pytho da denilmekteydi. Bunun sebebi tapınağın odalarında bir zamanlar büyük yılan Python’un yaşadığına inanılmasıydı. Bu yaratık Deucalion ile Pyrrha dışındaki tüm insanları yok eden tufan çekildikten sonra geride kalan çamurdan çıkmıştır. Parnassus dağının yamacına tırmanan Apollon uzun bir çarpışma sonrasında yılanı öldürmüş, bedenini ise kehanet yarığından içeri atmıştır. Bu tarihten itibaren Pythian Apollon denilen Güneş Tanrısı, yarıktan kehanetler almıştır. Dionyssos ile birlikte Delfi’nin yönetici tanrısı olma onurunu paylaşmıştır.

Kehanet yarığında yükselen dumanların Python’un çürüyen bedeninden çıktığına inanılırdı ve onlara göre Apollon tarafından yok edilen yılanın ruhu tapınakta kalmıştı. Bu ruh ve yılanın zehirli buharı yoluyla rahibeler tanrıyla iletişim kuruyorlardı. Tapınağın kadın rahiplerine Pythoness veya Pythia denirdi ve bu da çürüyen bir maddeden yükselen gazları koklayarak dinsel bir vecit yaşayan kişi anlamına gelirdi. Yunanlılar, Delfi tapınağının yeryüzünün göbek deliği olduğuna inanmışlar, bir diğer deyişle gezegeni büyük bir insan olarak görmüşlerdir.

Tapınak çok eskidir. Yukarıdaki gibi hikayeler muhtemelen kehanetin gerçek ezoterik doğası hakkında aydınlanmaya layık olmayan meraklı insanların sorularını geçiştirmek için uydurulmuş olabilir.

Kehanet mağarasının keşfedilişine dair hikaye şöyledir; Parnassus dağı yamaçlarında koyunlarını güden çobanlar, dağın güneybatı yamacındaki bir açıklıkta gezinen keçilerin tuhaf davranışlarının nedenini merak ederler. Hayvanlar sanki dans etmek ister gibi zıplar ve şimdiye kadar duyulmamış sesler çıkarırlar. Sonundan bunun nedenini öğrenmek isteyen çobanlardan biri, zehirli bunarın yükseldiği yarığa yaklaşınca hemen bir vecit haline girer. Vahşice dans eder, şarkılar söyler, anlaşılmaz sesler çıkarır ve gelecekten haber verir. Yarığın yakınına giden diğer insanlar da aynı şeyleri yaşarlar. Yerin ünü yayılır ve birçok insan kötü kokulu buharları koklayarak, çılgınlığın sınırında, geleceği öğrenmek için oraya gelirler.

Gelenlerden bazıları kendilerini yarığa atarak ölmüşlerdir. Diğer insanların da aynı şeyi yapmalarını önlemek amacıyla yarığın etrafına bir duvar örülmüş ve soru sormak isteyenler ile kehanet yarığı arasında aracılık yapması için bir kadın rahip görevlendirilmiştir. Daha sonraki otoritelere göre, Apollon’un Python suretinde oymalarıyla süslü altından üç ayaklı bir taht, yarığın üzerine yerleştirilmiş, bunun üzerine kehanet veren buharların etkisi altındayken kişinin düşmesini imkansız kılan bir oturak hazırlanmıştır. Tapınağın ilk döneminde birçok bakire kız onun hizmetine adanmıştır. Bunlara Poabades veya Pythiae denmiştir. Ve bugün Pythian olarak bilinen ünlü rahiplik kastını oluşturmuşlardır.



Apollon’la iletişim için hazırlığa ve arınma seremonisine üç gün önceden başlanırdı. Castalian kuyusunda banyo yapar, hiçbir şey yemez, sade tapınağa gizli borularla getirilen Cassotis pınarının suyundan içerdi. Üç ayağın üzerine oturmadan öne bir avuç kutsal defne yaprağı çiğnerdi. Suyun vizyonlar göstermek için ilaçlandığı veya Delfi rahiplerinin insanı heyecanlandıran, sarhoş eden gaz üretebildikleri ve bu gazı bu gizli borular sayesinde yarığın birkaç metre altında sakladıkları rivayet edilmiştir. Ancak hiçbir teori kehanetlerin nasıl doğru çıktığını açıklayamamıştır.

Arınma sürecini tamamladıktan sonra kutsal kıyafetler giydirilip üçayağın üzerine götürülen genç rahibe burada yerdeki yarıktan çıkan sersemletici buharlarla çevrili olarak otururdu. Görünmeyen bir şeyle mücadele eder, tarifsiz çığlıklar atardı. Bir süre sonra mücadele sona erer, hareketlerine büyük bir soyluluk gelir, gözleri sabitleşirdi. İşte o zaman kehanet sözleri söylemeye başlardı. Rahibenin çıkardığı her ses, her hareketi, her öngörünün bütün ayrıntılarını kaydetme görevine hayat boyu seçilmiş kutsal kâtipler tarafından kaydedilirdi. Bu doğrudan kâtipler Deucalion’un soyundan gelirdi. Kehanet sözleri bittikten sonra Pythia tekrar çırpınmaya başlar ve ruh bir süre sonra onu terk ederdi.

Iamblichus The Mysteries adlı çalışmasında kehanet ruhunun –vahşi bir demonun, hatta bizzat Apollon’un- Pythoness’in hâkimiyetini nasıl ele geçirip onun aracılığıyla tezahür ettiğini anlatır. “Fakat Delfi’deki rahibeler ister yerdeki yarığın ağzından çıkan vahşi bir ruh sayesinde insanlık için kehanetlerde bulunsun, isterse tapınağın en iç odasında tunç üçayak üzerinde veya dört ayaklı bir taburenin üzerinde otururken Tanrı için kutsallaşsınlar, her iki durumda da kendilerini tümüyle ilahi ruha verir ve ilahi ateşin ışınıyla aydınlanırlar. Gerçekten de yarığın ağzından çıkan gür ateş onu çepeçevre sardığında rahibe ilahi ihtişamla dolar. Bunun yerine Tanrı’nın tahtına oturduğunda onun kalıcı öngörü kuvvetine uyumlanır. Her iki farklı hazırlık sürecinde de rahibe tümüyle tanrı tarafından ele geçirilirdi. Gerçekten de Tanrı’nın varlığı onu çok farklı bir şekilde aydınlatır. Rahibeden çıkan ışık, ateşten, ruhtan, tahttan kısacası bu yere ait ister fiziksel ister kutsal olsun bütün görünür araçlardan farklıdır.”

Bakire kahinler tarafından alınan mesajlar tapınağın felsefecilerine verilirdi. Onların işleri bu kehanetleri yorumlamak ve uygulamaktı. Bundan şairlere verilen bilgiler hemen lirik şiirlere dönüştürülür ve Apollon tarafından verildiği varsayılan yargılar zarif bir kalıba dökülerek halka sunulurdu.

Delfi tapınağında bir sürü yılan tasviri bulunur. Pythia’nın üzerine oturduğu üçayağın altı, birbirine sarılmış üç dev yılan gövdesinden oluşuyordu. Bazı otoritelere göre kehanetler üreten vecde taşıyan süreçlerden biri de genç rahibeyi yılanın gözlerine bakmaya zorlamaktı. Yılanın gözleriyle büyülenmiş ve hipnotize edilmiş olan rahibe tanrısının sesiyle konuşmaya başlardı.

İlk Pythia rahipleri bazıları hala onlu yaşlarda olan genç kızlardan oluşmuş olsa da, daha sonra elli yaşını geçmemiş kadınların kehanette bulunması yasaklanmıştır.



Dodona Tapınağı: Dodona tapınağı Jüpiter’e adanmıştır. Jüpiter kehanetlerini meşe ağaçları, kuşlar ve pirinç vazolar aracılığıyla veriyordu. Dodona’nın kutsal meşelerin dallarına konan meşhur kahin kumrusu, Yunan felsefesi ve dininde uzun tartışmalara neden olmuştur.

Konuşan ağaçlar, kutsal bir koruluk oluşturuyordu. Rahipler önemli bir soruya cevap bulmak istediklerinde, titiz ve ciddi arınmaların ardından koruluğa çekiliyorlardı. Ardından ağaçlara yaklaşıyor ve orada ikamet eden tanrıya bir cevap için yalvarıyorlardı. Sorularını sordukları zaman ağaçlar insan sesiyle konuşarak rahibe istenilen bilgiyi veriyordu. Dodona kehanet tapınağındaki en ilginç şey konuşan vazo veya güğümlerdir. Pirinçten yapılmış bu vazolar öyle özenli bir biçimde hazırlanmıştır ki, onlara vurulduğunda saatlerce devam eden bir ses çıkarırlardı. Kimi yazarlar bir sütunun üstünde duran tek bir vazodan bahsederler. Bu sütun, üstünde elinde kamçı tutan bir çocuk heykeli taşıyan başka bir sütunun hemen yanındadır. Kamçının üstünde küçük toplar bulunur ve açık bir alanda hiç durmadan esen rüzgâr bu metal topların vazoya çarpmasına neden olur. Çıkan seslerin sayısı ve yoğunluğu, vazoların akisleri dikkatle not edilir. Rahipler bunlara göre kehanetlerde bulunurdu.

Dodonna’nın ilk rahibi Selloi gizemli bir şekilde ortadan kaybolduktan sonra asırlarca tapınağa üç rahibe hizmet etmiştir. Bunlar vazoları yorumlamış, geceleri de meşe ağaçlarıyla konuşmuşlardır. Tapınağın masrafları yöneticilerin sunu ve katkılarıyla karşılanıyordu.



Trophonius Mağarası: Bu mağara bir tepenin yamacındaydı ve girişi o kadar küçüktü ki bir insanın içeri girmesi imkansız görünüyordu. Danışmaya gelen kişi, Trophonius heykeline sunuda bulunup kutsal kıyafetleri giyer, bir elinde bal pastasıyla mağaraya tırmanır, mağaranın girişinde oturarak ayağını delikten aşağı sarkıtırdı. Bundan sonra bedeni mağaraya çekilirdi. İçeri girenler, içerisinin ortalama bir tandır büyüklüğünde olduğunu söylemiştir. Kahin gelecekten haber verdikten sonra danışmaya gelen ve genellikle çılgın bir ruh haline bürünen kişi, ayaklar önde olmak üzere mağaranın ağzından dışarı fırlatılırdı.

Kehanet mağarasının hemen yakınında birbirinden bir metre kadar uzakta iki pınar fışkırırdı. Mağaraya girenler, tuhaf okült niteliklere sahip görünen bu iki pınardan içerdi. Birinci su unutkanlık suyuydu. Onu içen bütün üzüntülerini unuturdu. İkinci pınar ise kutsal Mnemosyne, yani hatırlama suyuydu. Bu ikincisi mağarada yaşadıklarını hatırlamak için içilirdi. Kehanetler görüler ve düşler olarak veriliyordu ve rahipler bunları yorumluyordu. Kahine başvurulmadan önce bir koç sunulurdu ve rahip hiyeromansi (hayvan bağırsak ve iç organlarına bakma) yoluyla vaktin uygun, sununun yeterli olup olmadığı değerlendirilirdi.

Manly P. Hall yazılarından derlenmiştir.

17 Mart 2013 Pazar

Tanrıça İsis ve Sembollerinin Anlamları







İsis, Mısır tarihi boyunca en önem verilen tanrıça. Kardeşi Osiris ile evli ve Güneş Tanrısı Horus’un annesi… Aynı zamanda Typhon (Yani Seth) ve Nephthys’in de kardeşi…

Rivayete göre kadim dünya 360 günden oluşuyordu ve Kozmik Akıl Tanrısı tarafından 5 gün beş tanrı ve tanrıçayı doğurma görevi için bir araya getirilmişti. Bu beş günün ilkinde Osiris, üçüncüsünde Typhon, dördüncüsünde ise İsis doğmuştur. Buradaki dört sayısı tanrıçanın toprak ve elementlerle olan ilişkisini göstermektedir.

Birçok farklı isimle karşımıza çıkan Mısırlı tanrıça, kadim dünyanın hemen bütün dinlerinde doğanın doğurganlığı ilkesini temsil etmektedir. O, on bin isimli tanrıça olarak bilinir ve Hıristiyanlık tarafından Bakire Meryem’e dönüştürülmüştür. Bütün canlıları ve bunlar arasında en önemlisi Güneş’i doğuran o olsa da efsanelere göre o hala bakiredir. Ve Zodyaktaki Başak (Virgo) takımyıldızı ile ölümsüzleştirilmiştir.



Apuleius’un Altın Eşek’in on birinci kitabında, tanrıça güçleri ve özellikleriyle ilgili bizlere şu bilgileri veriyor; “Bakın… Dualarınızı kabul ediyorum. Sizinle birlikteyim; Ben, doğayım, her şeyin anası, bütün elementlerin kraliçesi, ilk nesil, tanrıların büyüğü, ölülerin ruhlarının egemeni, semavi varlıkların ilki, Tanrı ve Tanrıçaların benzeri tek biçim. Semavinin doruklarındaki ışıkların, denizin şifalı esintilerinin, yer altı âlemlerinin perişanlık veren sükûtunun yöneticisi, yeryüzündeki herkesin farklı isimler ve biçimlerle tanıdığı ben, İsis’im. Eski Frigyalılar bana Pessinuntika, Tanrıların Anası; Atinalı yerliler Minerva; Kıbrıslılar Paphian Venüs, ok taşıyan Giritliler Diana Dictynna; üç dilli Sicilyalılar Styx’li Proserpine, Eleusisliler kadim tanrıça Ceres derler. Bazıları için ben Juno’yum, diğerleri için Bellona, diğerleri için Hecate ve kimileri için de Ehamnusia. Kutsal Güneş’in ışınlarını doğar doğmaz alan Etiyopyalılar bana Arii derler ve kadim bilgide ileri Mısırlılar bana uygun seremonilerle taparak gerçek ismimle seslenirler; Kraliçe İsis.”



Mısırlılar İsis’i sık sık, başında öldürülen kocasının boş tahtını taşırken tasvir ederler. Bu tuhaf şekil kimi krallıklar döneminde İsis’i temsil eden hiyeroglif olarak kabul edilmiştir. Mısırlılar için başlıkların büyük sembolik değeri vardır ve tıpkı Hıristiyanlıktaki hale ve auralar gibi kullanılırlar.



İsis heykeli, Güneş, Ay ve yıldızlar ile İsis’in yöneticisi olduğu düşünülen yeryüzüyle ilgili birçok sembolle süslenirdi. Kadim filozoflara göre o Evrensel Doğa’nın bütün doğurganlığın anasının kişileşmesiydi. Tanrıça genellikle yarı çıplak, hamile, bazen de yeşil veya siyah veyahut yeşil, beyaz, siyah ve kırmızının karışımı renklerde bol bir örtüyle örtülmüş olarak temsil edilmiştir.

Yeşil renk yeryüzünü kaplayan bitkilere işaret eder. Siyah, yeni bir hayat ve doğum yolu olarak ölüm ve çözülmeyi gösterir. Beyaz, sarı ve kırmızı, çürümenin siyahının ardından gelen evrensel, Hermetik, simyasal tıbbın üç ana rengini gösterir.  İsis, bilge insanın Büyük Çalışmasının, Felsefe Taşının, Hayat İksirinin ve Evrensel Çarenin temsilcisi ve imgesidir.



Tanrıça genellikle servi dallarından yapılmış bir şapka giyerken resmedilir. Bu şapka, ölü kocasının ardından tuttuğu ası ve İsis’in sebep olduğu, her yaratığın döngüsel dirilişinde yeni bir hayatı kazanmak için geçtiği fiziksel ölümü gösterir. Başında bazen altın bir taç, bazen de zeytin yapraklarından bir çiçek görülür. Bunlar onun dünyanın kraliçesi, bütün evrenin kadını olarak soyluğuna işaret ederler. Altın taç, İsis’in elementlerin sürekli dolaşımı yoluyla her bireye sunduğu güneşsel ve hayati ateşlerin bereketli sülfürünü işaret eder. Elementlerin dolaşımı ise elindeki müzik çıngırağıyla sembolize edilir. Bu sistrum aynı zamanda yonik saflık yani bakirelik sembolüdür.






Zeytin yaprakları arasına karışmış olup kendi kuyruğunu ısıran yılan, güneşsel halenin onu çevreleyen dünyevi yozlaşmanın zehriyle bulandığını ve sağlığın yeniden kazanılması için (simya terminolojisinde) uçan kartallar denilen yedi gezegensel çevrim ve arınmayla temizlenmesi gerektiğini gösterir. Yedi gezegensel döngü, Mason locasının etrafının dolaşılması, Yahudi rahiplerin Eriha duvarlarını yedi kez dolaşmaları ve Müslümanların Mekke’deki Kabe’nin etrafını yedi kez tavaf etmesiyle sembolize edilmiştir. Altın taçtan üç boynuz çıkar. Bu boynuzlar, kökleri gökte olan tek kaynaktan (İsis’in başından) fışkıran doğanın bahşettiklerinin bereketini gösterir.



Kulaklarının birinde Ay’ı, diğerinde Güneş’i görürüz. Bu iki Işık bütün doğal nesnelerin ana ve baba ilkesidir. İsis, yani Doğa, gücünü hayvanlar, bitkiler ve mineraller âlemine iletmek için bu iki ışığı, kuvvetlerini kullanır. Boynunun arkasında gezegenlerin ve gezegenlere işlevlerinde yardımcı olan Zodyak burçlarının işaretleri görülür. Bu durum semavi etkilerin her şeyin tohumunu ve ilkesini yönlendirmesini gösterir; bunlar bütün ayaltı cisimlerin yöneticileri oldukları için büyük evrenin suretinde küçük dünyalara çevrilmişlerdir.



İsis sağ elinde küçük bir yelkenli tutar, geminin gönderinde dönen bir çark vardır. Gönderin tepesinden bir sürahi çıkar ve sürahinin sapı, zehirli bir yılandan oluşur. Bu İsis’in zahmetler ve mutsuzluklarla dolu hayat denilen yelkenliyle zamanın fırtınalı okyanusunda yönlendirmesini gösterir. Bu amblemler aynı zamanda İsis’in nemle ilişkisini de gösterir. Bu nem sayesinde bedenleri besler ve onları atmosferin besleyici nemiyle ıslatarak Güneş’in sıcaklığından korur. Bitkileri güçlendirir, fakat bu sübtil nem (eter) her zaman çürüme veya yozlaşmadan gelen bir zehirle az ya da çok zehirlenmiştir. O, doğanın temizleyici görünmez ateşiyle temas ederek arındırılmalıdır. Bu ateş, tözü sindirir, kusursuzlaştırır ve yeniden canlandırır.



Yılan her yıl gömlek değiştirerek yenilenir böylece ruhani hayatın maddi doğadan sembolik dirilişini gösterir. Sembolik bakire sol elinde bir sistrum, dört köşe, metal bir zil taşır. Bu zil çalındığı zaman, doğanın anahtar notasını (Fa) verir. Bazen aynı elinde değişim döngüleriyle çeşitli yapı ve biçimlerdeki yaratıklara ölüm ve çözülme süreçleri getiren hayatın sembolü olarak bir zeytin dalı da tutar. Zil, dört elementin uyumuna göre dönüştürülmüş ve canlandırılmış her şeyi temsil etmek için her zamanki üçgen şekli yerine dörtgen şeklindedir.





İsis’in sağ memesinden bir salkım üzüm, sol memesinden ise altın renginde bir mısır püskülü veya buğday başağı çıkar. Bu tasvir doğanın bitki, hayvan ve insan dünyalarının beslenme kaynağı olduğunu ve her şeyi kendinden beslediğini gösterir. Buğdayın veya mısırın altın rengiyle, güneş ışığında veya ruhani altında hayatın ilksel tohumunun gizli olduğu işaret edilir.



Bedeninin üst kısmını çevreleyen kemerde birkaç gizemli işaret görülür. Kuşak ön tarafta kare biçiminde yerleştirilmiş dört altın tabakla (elementler) birbirine bağlanır. Bu durum İsis’in yani doğanın simya terminolojisiyle ilk maddenin, dört elementin (hayat, ışık, ısı ve kuvvet) özü olduğu, her şeyin bunların özünden çıktığını gösterir. Bu kuşak üzerinde sayısız yıldız vardır bu durum Güneşin aydınlıkta etkide bulunması gibi yıldızların karanlıktaki etkilerini gösterir. Burada dünyanın anası ayağının altında bir yılan ve başının üstünde yıldızlardan bir taçla sembolize edilir. Kolarında bir buğday demeti, bazen de genç güneş tanrısını taşır.



İsis heykeli koç başlarıyla süslü kara taştan bir kaide üzerine yerleştirilmiştir. İsis birkaç zehirli sürüngen üzerinde dikilir. Bu durum doğanın bütün aşındırıcıların asitinden ve tuzundan koruma ve bedenlere musallat olan dünyevi yozlaşmanın yarattığı bozulmanın üstesinden gelme gücüne sahip olduğunu gösterir. Koç başları hayvan üretilmesi için en iyi zamanın Güneş’in Koç burcuna girdiği zaman olduğunu gösterir. Ayağının altındaki yılanlar doğanın bozulma ve çözülmeyi uzaklaştırarak hastalıkları iyileştirme ve hayatı koruma eğiliminde olduğunu gösterir.



İsis’in sol kolundaki altın bilezikten bir ipin ucunda yanan kömürler ve tütsüler olduğu derin bir kova vardır. İsis, kendisiyle birlikte, dinle muhafaza edilip belirli tapınaklarda bakire rahibeler tarafından yanar halde tutulan kutsal ateşi taşır. Bu ateş, doğanın gerçek, ebedi ateşidir. Hayatın kökeni, esiri, özsel ateştir. Kutsal metinlerde sık sık bahsedilen ve bilgelerin hayat özü, bitmez yakıt dedikleri bu ebedi ateşin yakıtıdır.



Ayrıca sağ kolundan yine bir ip iner, bu ipin sonunda doğanın tartmada ve ölçmedeki kesinliğini gösteren bir terazi asılıdır. Doğa sonsuza dek tutarlı olduğu için İsis sık sık adalet sembolü olarak temsil edilir.



Dünyanın bakiresi bazen iki büyük sütunun üzerinde ayakta resmedilir. Hürmasonluğun Jasin ve Boaz’ını gösteren bu sütunlar doğanın doğurganlığa kutuplar yoluyla ulaşması gerçeğini sembolize eder. İsis, bilgeliğin kişileşmesi olarak zıtlar sütunlarının ortasında durur ve bize kavrayışın her zaman denge noktasında bulunduğunu, hakikatin görünürde birbirine karşı iki hırsızın ortasında çarmıha gerildiğini gösterir.



Siyah saçlarında parlayan altın, İsis’in esasta aysal olsa da, gücünü güneş ışınlarından aldığını gösterir. Öküz ya da Zodyak’ın boğası Osiris’i temsil eder. Ya da üzerinde işaretlerden ve renklerden anlaşılacağı üzere Osiris için kutsal olan hayvan Apis’i göstermektedir. Boğa, bütün yaratıklara hayat ve sağlık sunmak için sabırla çalışan doğayı simgelerdi. İsis heykelinin yanında sık sık bir elini ağzına götürmüş olan Sessizlik Tanrısı Harpocrates’i görürüz. O herkesi, bilgelerin sırlarını onlara bilmeye layık olmayanlardan uzak tutmaları için uyarmaktadır.

İsis, kadimler için doğanın her yerde nazır bilgeliğini ve Tanrının kudretinin en açık kanıtı olan analık gizemini temsil eder. Ancak onun örtüsünü aralayabilen kişiler hayat, ölüm, doğum ve dirilişin sırlarını çözebilecektir.

Çeşitli kaynaklardan toplanmış derlememdir.