Bu Blogda Ara

28 Eylül 2014 Pazar

SÜLEYMAN'IN KÜÇÜK ANAHTARI: LEMEGETON - GOETİA


Goetia, 1904'te Samuel Liddell Mac Gregor mathers tarafından Latince'den çevrilmiştir. Kitabın editörü ise Aleister Crowley'dir. Bu kitabın Hz. Süleyman tarafından yazıldığı ileri sürülmüşse de, bu o kadar akla yakın değildir. Hz. Süleyman Hristiyan değildi ancak kitap tamamen Hristiyan inanışı ile yazılmıştır. Goetia, 72 ruhun bulunduğu liste ile birlikte bu ruhların özelliklerini anlatmaktadır. Goetik ritüeller 72 ayrı iblisin özel çağrı ve bağlanmasına yönelik majikal işlemleri içermektedir. Bunların nasıl davet edileceği, kullanılacak malzemelerden bahsedilmektedir kitapta. Demon davetlerinde çağrılan birçok varlığın eski Sümer, Mısır, Akad, Kenan, Babil panteonunun kadim tanrıları olduğu düşünülmektedir. Kitapta bu varlıkların güçleri, görünümleri, nasıl çağrı yapılacağı ve nasıl yönetileceği hakkında talimatlar mevcuttur. Ve bu işlemlerin gökteki ayın 2-4-6-8-10-12 veya 14. günü yapılması gerektiği, aksi halde yarar sağlanmasının mümkün olmayacağı belirtilir.

Kitapta Süleyman Mührünün bir formu bulunur, bu mühürle pirinç bir azo mühürlenir ve spiritleri hapsetmeye yarar. Davet sırasında asa, kılıç, uzun psikopos başlığı, pamuklu bir rob, dairede yazan isimlerin üzerine yazılı olduğu aslan derisi bir kemer, özel buhur, parfüm, yağlar ve saf su gibi eşyaların da kullanılması gereklidir. Kitap korunma, davet, yakarı, karşılama, anlaşma, gönderme dualarıyla tamamlanır.


4 ana isme: Samael, Azazel, Azael ve Mahazael'e bağlı 72 Kral'ın mühürleri (sigilleri) kitapta bahsedilen metallerden yapılmalıdır. Bu mühürler demonların kontrolü içindir ve her biri farklıdır. Her birinde özel sembol, figür, harf ve geometrik şekiller bulunur. Kitapta bazı mühürlerin lamen olarak giyilmesi gerektiğinden bahsedilir. Buradaki lamen törensel majide kullanılan büyülü bir kolyedir. Boyuna kalp hizasında takılmaktadır.

Goetia ile yakından ilgilenen ve evokasyonlarını uygulama alanına taşıyan Ordo Templi Astarte günümüzde okült çalışmalarını sürdüren bir gruptur. Carroll Runyan bu konuda 72 şer varlığı kara bir aynaya davet ettiği değişik bir sistem geliştirmiştir. Bazı majisyenler veya organize elit gruplar farklı teknik ve yöntemleri denemeye çalışmaktadır. Örgütlenen çoğu okült topluluk öncelikle tanrı ve tanrıçaların enerjileri ve bunlara yönelik ayinlerin vereceği enerjilerle ilgilenmektedirler. Derin kapsamlı bilgilerle donanımlıdırlar ve fazlaca ortada değillerdir. Çünkü doktrinle ilgilenirler, asla giyim, kuşam, stil ile afişe olacak türden tarzı seçmezler. 

Goetia sistemi alanındaki teknik bilgileri içeren bazı majikal el kitapları: Konstantinos'dan 'Summoning Spirits', Steve Savedow'un 'Goetic Evocation' ve O.T.O Ordo Templi orientis'ten Lon Milo DuQuette'nin 'My Life With Spirits'  ve 'Gods of the New Millenium' adlı kitaplarıdır. DuQuette, kitaplarında kendi Goetia çalışmalarını aktarmıştır.

Okültizm ve Enerji

23 Eylül 2014 Salı

Yılan


Yılanın doğaüstü ve tanrısal güçleri barındırdığına olan inanç genişlemiş, böylece ışık ve bilgelik dağıtan bir varlık ve sembol halinde, hemen her mitolojide, yaratılış efsanesinde ve sembolizmde yer almıştır.

Hitit fırtına tanrısı Tarhun'un dev yılan illuyanka'yı öldürme efsanesi, Friglerde atlı tanrı Sabazios'un yeraltı dünyasından gelen yılanla savaşı,Yunan'da Perseus'un yılan saçlı Medusa'yı öldürmesi, Attika'lıların ilk kralları olan Kekrops ve ikinci kralları olan Erekhteus'un insan başlı ve yılan bedenli tanrılar olması, Antik Orfik dininde, Kybele ve Ofiyon adlı yılanın sevişme titreşimlerinin Evreni yarattığına inanılması. Slav efsanelerinin kahramanı Vseslaviç'in yılanın-oğlu olması, İskandinav geleneklerindeki yılan ilah Votan bu efsanelerden bir kısmı olarak sayılabilir.

Sümer'lerin Lakmu ve Lakamu adlı erkek ve dişi yaratıcı tanrıları, Mısır'ın gökyüzünde yaşayıp, Ra'yı kovalayan yılanı Apofi, Tolteklerin tanrısı tüylü yılan Quetzelcoatl, Roma inançlarının bir bakışla öldüren yılanı Basilikos, yılanın ne denli yaygın olarak birçok sistemde yer aldığını gösterir.

Mısır'ın kutsal insanlarının başlarında ve bazı tapınak duvarlarının üstlerinde Kobra yılanı ve Uraeus sembolü kullanılmış ve yılanın koruyucu gücü ile kraliyetin gücü ve bilgeliği de bir anlamda birleştirilmiştir. Güneş diski etrafında yer alan iki yılan, düşmanları kovan tanrıçalardır.


Eski Mısır'ın, Nil deltasının koruyucu yılan tanrıçası kobra; Buto, Uatchit, Udjat, Wadjit, Edjo adlarını da alır. Eski Mısır'da spiritüel bir yıldız olan Sirius'u taşıyan Ra'nın peşinde dolaşan Apofis yılanı, Sirius'un yörüngesinin ifaesi olur ve çift yıldız Sirius'un ikili yörüngesi de dolanık iki yılanla anlatılmak istenir. Mısır'da yılan kutsal olduğundan, Yunan ve Roma'daki Asklepeion tapınaklarındaki gibi yılan beslenir ve saygı gösterilirdi.

Greklerde şifacı tanrı Asklepios ve evlerde şehirlerin koruyucusu Agathodaemon da birer yılandır. Hippocrates, bilge Minerva ve Hermes'in sembolü de olan yılan, bir "agathos daimon" yani koruyan, kurtarandır ve ilahların thriomorph'udur. 

Aztek ve Mayalardaki tüylü yılanın ilahi gücün tanrısal ifadesi olduğu görülür.Çöreklenmiş bir yılan çizimi koruyucuydu. Mayaların yeşil tüylü yılanı Kukulkan'ı, Sirius'un yörüngesini gösterecek şekilde 'S'ler çizen bir yılanla temsil edilirdi. Aslında kuş ve yılan gök ve yer güçlerinin savaşımını anlatır ve kartal, kutuplaşmanın göksel yanının sembolü olur.


Boynuzlu ve koç başlı çizilen bir yılan Keltlerde bereket, şifa ve koruma demektir. Ama Amerika yerlilerinde suyun ruhu ile birdir ve bedeninin sürünürken görülen dalgalanışı buna ilham verir. Aslında bu yerliler için tüm yeraltı güçleri yılandır. Manitu, zaman zaman boynuzlu yılana dönüşür. Piton, engerek, kobra, su yılanı gibi türler de ayrı yerlerde, ayrı kültlere konu olurlar.

Afrika'da yılan, gökkuşağı olarak da beliren bir göksel varlık sembolü olmuş, sularla bereketlerle bağlantılı rol oynamış. Batı Afrika'lı Dogon kabilesinde ise yılan kozmin güçlerle ilişkilendirilmiş. Bu topluluklar Nommo adı ile yarı insan yarı yılan, kırmızı gözlü ve yeşil bedenli bir tanrıya taparlar. Yaratıcı olan bu yılan, kutsal anlamda da suların ve panteondaki diğer tanrıların efendisidir. Dogonlar Sirius sistemi ile inanılmaz bir bağ ve tutarlı bir bilgi sentezi oluşturmuşlardır.

Güneydoğu Afrika kültürlerinde büyük yılanlar yine yağmur ve suyun sembolleridir. Çin'de de aynı şekilde büyük nehirlerin tanrıları yılan biçiminde kabul edilir. Hemen hemen tüm uygarlık ve toplulukların yanı sıra Hint, Birmanya, Seylan, Kamboçya gibi yerlerde sularla ilişkilendirilen yılanlar, suların yaşam gücünü bekler ve denizlerin zenginliğini korurlar. 

Hinduizmin kozmik gücü yılan ve benzerleri, ilahi olanın varlaşmış hali gibi görülürdü. Vishnu yaratılıştan önceki okyanusa ait, kaosun ilksel sularında kıvrılmış duran bir yılanın üzerinde uyur. Bu yılan, bin başlı Ananta'dır. Ebediyet ve doğurganlığın sembolüdür. Her yılın Temmuz ayında Naga Panchami bayramı kutlanır. Bu bayram yılan Ananta'ya adanmıştır.


Yılan Kültü ilk çağlarda son derece yaygındı. Hindistan'daki Naga ve Nagini adlı yılan krallar ve kraliçeler muhafız melekler olarak, yetkili ilahi varlıklardan sayılırdı. Naga'lar yarı kobra, yarı insan olarak değişik kombinasyonlarda tasvir edilirdi. Gizli tünel ve mağara sistemlerinde yaşadıklarına inanılan bu varlıklarla ilgili efsaneler James Churchward tarafından da incelenmiş. Naga, Vedik Sanskritçe'de yılan anlamındadır ve Upanişadlarda adı geçen bu tanrılar aklın, yaşam ve ölüm enerjisinin, büyü gücünün sembolü olmuşlardır. 7 kobra başlı bir Naga-Raj, 7 çakranın ifadesi iken, Naga-Kayna, gökkuşağı yılanı olarak anılır.


Churchward'ın Hindistan ve Tibet'te yaptığı araştırmalara ve incelediği kodekslere göre, Gizli Yılanlar Irkı üyesi Naga'lar, yeraltı mağaralarındaki Bhogawati adlı bir başkente sahip olan ülkelerinde yaşarlar. Birçok Hintli ve Tibetli, deniz seviyesinden 4700 metre yükseklikteki Manasarowar Gölü'nü "Büyük Nagaların Gölü" olarak bilirler. Göl ve civarında onları gördüğünü iddia eden şahitlerin azımsanmayan varlığı ve Hint kaynaklarının konuya yaklaşımları ilginçtir. Naga'lar çok güzel yüzlü olarak tasvir edilir, sadece ermişler, krallar onlarla konuşabilir. Mahayana Budizm ekolünün kurucusu Nagarjuna'nın Nagaların dünyasına girdiği ve Yılanların Sarayında saklı olan bazı metinleri aldığı söylenir. Ölümsüzlüğe ulaştığı ve ejder yılanı olduğuna, çağırıldığında deniz derinliklerinden çıktığı böylece onunla iletişim kurulabildiğine inanılır. Beyaz Yılan anlamındaki adı, saflık ve yılanın bilgeliğini simgeler.



Ferda Ercan Uyulan
Okültizm ve Enerji

21 Eylül 2014 Pazar

Türkler'de Bayramlar

Türk topluluklarının da baharla ilgili gelenekleri ve türleri oldukça çeşitlidir. Ancak bahar bayramı geleneğinin Türkler'de tarihin en eski dönemlerine kadar indiği görülmektedir. Özellikle mevsimleri esas alan bayramlar, ilkbahar, güze ve yaz mevsimlerinde bu mevsimlerin başında ve sonunda büyük törenlerle kutlanırlardı.

Türkler'de çok eskiden beri baharın gelişi, tabiatın canlanışı, destanlarda, masallarda, türkülerde, şiirlerde, aşıkların kopuzlarında, sazlarında terennüm edilir ve bahardan coşkunlukla söz edilirdi. İlk asiklopedik Türk Lügatı olan Divan'ı Lugat'it Türk'te baharın gelişi, "suların çoğalması, karların eriyip dağ başlarının görünmeye başlamaları, dünyanın nefesinin ısınması yani havaların ısınması, türlü çiçeklerin açılması, yeryüzüne yemyeşil bir ipe kumaşın serilmesi, hayvanların çoğalmaları" olarak yorumlanmaktadır. Diğer bir kaynağımız olan Kutadgu Bilig'de de bahar "yay" ve "yaz" kelimeleriyle ifade edilmiş ve baharın güzellikleri bir bir anlatılmıştır. 

Değişik Türk lehçe ve şivelerinde bayram karşılığı olarak çeşitli kelmeler kullanılmaktadır. Bunlardan Uygur Türkçesi'nde bayram kelimesinin karşılığı olarak "toy" kelimesini görüyoruz. Toy kelimesinin bayram karşılığı dışında düğün ve yemekli tören gibi anlamları da vardır. Aynı şekilde Kırgızlar'da "tuy" kelimesi düğün ve bayramı ifade eder. Kırım Türkleri'nde çiftçilikle ilgili olarak bir bahar bayramı tespit edilmiştir. "Sabantuyı/sapan-tuyı" denilen bu bayramda da toy kelimesi bayramı ifade eder. Kazan Türkleri'nde de "tuy" kelimesi bilhassa düğün ve herkesin katıldığı eğlenceleri ifade etmekte yani bayram karşılığında kullanılmaktaydı. 

Çuvaşlar'da yemekli olarak kutlanan ve aile fertlerinin tamamının katıldığı iki bayram görülmektedir. Bunlardan ilki, baharda Ekim'den sonra; diğeri de güz mevsiminde kutlanır. Bu bayrama "eretle pedeyesmane" adı verilir. Çuvaş Türkçesi'nde bayram kelimesi karşılığı olarak bir de "üyev" sözü mevcuttur. "Bayram günü" karşılığı olarak "üyev-kün" denilmektedir. Diğer Türk lehçe ve şivelerinden Çağatayca'da "paykamak", Sagay ve Koybal Türkleri'nde "Paymak", "Paylakmak", Şor şivesinde "Paygamak" bayram, düğün anlamındadır. Asya Hunları'ndan beri bütün Türk hanedanlarında bayram törenlerinin varlığı bilinmektedir. Bu törenlerin bir kısmı devletin resmi töreni mahiyetindedir. 

Asya Hunları yılın birinci, beşinci ve dokuzuncu ayında olmak üzere yılda üç defa bayram yaparak göğe kurbanlar sunarlardı. İlk aydaki törende Hunlar'a bağlı boyların başbuğları Tanhu'nun sarayında toplanır, yer-su ve gök tanrılara kurbanlar sunardı. Beşinci aydaki bayramda atalarına, yer-sulara ve gök tanrıya kurbanlar sunarlardı.

Tabgaçlar'da ilk baharın ilk ayında ülkenin doğu bölgesindeki tapınak görevi gören taş-evde  Göktanrı'ya, ata ruhlarına kurbanlar sunulurdu. Daha sonra o bölgeye kayın ağacı dikilirdi.

Kök-Türkler'in biri ilkbaharda olmak üzere yılda üç defa tekrarladıkları törenleri vardı. Törenlere başta Kağan olmak üzere, devlet ileri gelenlerinin tamamı katılırdı. Bu bayram beşinci ayın ikinci yarısında, Tamır Irmağı kaynağında, Göktanrı'ya, Yer-Sular'a kurbanlar sunulmasıyla başlardı. 

Uygur Kağanlığı döneminde de Kök-Türkler gbi beşinci ayda Tamır Irmağı kaynağında kurbanlar sunarak törenler yapılmakta idi. 

Kırgız Kağanlığı'nda da her yıl üç bayramları vardı. İlki ilkbahar bayramı idi. İkinci bayram Yaz bayramıdır ve 28 Ağustos'ta kutlanır. Üçüncü bayram 28 Eylül'de, sonbaharda kutlanır.

Prof. Dr. Abdulhaluk M. Çay

15 Eylül 2014 Pazartesi

Upanişad'lar: I- İşa (Isha) Upanişad



Yazıya başlamadan önce Upanişad'ın ne demek olduğu üzerinde durmakta fayda var. Upanişad, Hinduizm'in felsefi ve mistik yapıdaki kutsal kitaplarıdır. Bu metinler geçmişte Hindu peygamberlerinin (yani rişilerinin) öğrencilerine öğrettikleri gizli bilgilerdi. Vedaların sonu olarak görülmektedirler. Sayıları 200'den fazladır. Hatta bir inanışa göre 1180 adet oldukları ancak günümüze 200 kadarının kaldığı söylenmektedir. En eski Upanişad'lar M.Ö. 600'lü yıllarda, Budizm'den önce yazılmıştır. Ancak Budizm sonrasında da yazılmaya devam etmiştir. 

Bütün Upanişad'larda üzerine basılarak öğretilen temel öğreti; bütün evrenin tanrı olduğu, insan ruhunun (Atman'ın) aslında Tanrı'nın bir parçası olduğu ve öldükten sonra su damlasının okyanusla birleşmesi gibi insanın da Tanrı ile birleşeceği, onda özümlenip onunla bir olacağı doktrinidir. Batı mistisizmi, Sufizm ve daha birçok felsefi düşünce aşağıda konuyu okudukça daha rahat anlayacağınız üzere bu Upanişad'ların etkisinde kalmıştır. Kısaca bilgi aldığımıza göre, ilk Upanişad'ımız İşa ile başlayabiliriz konuya. 


Tanrı Her Şeyi Kaplamıştır

Bu Upanişad, Vedanta felsefesinin temel fikirlerine çok özlü bir bakış sunuyor: Atman'ın doğası ve niteliklerini, bunu bilenlerin ahlaki tutumunu ve bu hayattan sonrasını açıklıyor. tanrının tüm evreni ve içindeki varlıkları kapladığıyla ilgili kesin beyanının yanı sıra başkalarının mal mülküne göz koymak, imkanları ölçüsünde yaşamaya çalışıp muhtaçlara yardım etmek hakkında bildirdikleri de insanlar için temel birer ilke olarak değerlendirilebilir.

Yeryüzünde hareket eden ne varsa, her şey Tanrıda saklıdır. Ancak tüm bunları teslim ettikten sonra bir şeyin mutluluğunu yaşayabilirsiniz. Kimsenin zenginliğine göz koymayın!

İnsan yüz yıl yaşamak, işler yapmak ister, istediği ona verilcektir de; ama ancak şu şekilde: yaptığı iş ona yapışmayacak.

Asuraların alemleri kör karanlıkla çevrilidir. Ben'lerini yok etmiş olanlar (gerçek Ben'in bilgisine erişmeksizin işler yaparlar) öldükten sonra o alemlere giderler. 

Matarishvan

O -Ben- hareket etmez ama düşünceden tezdir. Devalar (duyular) ona hiç ulaşamadılar, o hep önlerinden gitti. O yerinde durur, ama koşanları yakalar. Matarişvar (Matarishvan) -'yel, hareketli ruh'- ona kudret bağışlar. (Matarishvan, Rigveda'da geçen Ateş Tanrısı Agni'nin isimlerinden biri ve onunla yakın işbirliği yapan biri olarak geçer. Vivasvat'ın habercisidir, gizli ateşi Bhrigus'a getirir. kelime annenin içinde büyümek, rüzgar ve don anlamlarına gelir. Aynı zamanda Shiva'nın, Rishi'nin ve Garuda'nın oğlunun ismidir.)

O hem hareketlidir, hem hareketsiz; hem uzaktır, hem yakın. Her şeyin hem içindedir, hem dışında.

Ben'de tüm varlıkları ve tüm varlıklarda Ben'i görenler ondan hiçbir zaman yüz çevirmezler.

Anlayan kimse için Ben, her şey olmuştur; o birliği bir kere gören için ne üzüntüsü, ne sıkıntısı olabilir?

Aydınlık, maddesiz, yara-beresi ve kası olmayan, saf, kötülüğün değmediği 'Ben' (öz) her şeyi kuşatmıştır; gören, bilen, her an her yerde var olup varlığı kendinden olan o, her şeyi sonsuz yıllar için yerli yerine koymuştur.

Gerçek bilgiye eriştiğini sananlar ise daha büyük bir karanlığa girerler.

Denir ki, bir şey gerçek bilgiden gelir, başka bir şey bilgi olmayandan. Bize bunu öğreten ariflerden böyle işittik biz.

Aynı anda hem bilgiyi, hem bilgi-olmayanı bilenler, bilgi olmayan marifetiyle ölümü yener ve bilgi marifetiyle de ölümsüzlüğe ererler.

Gerçek neden olmayana tapan herkes kör karanlığa girer: gerçek nedene vardığını sananlar da, daha büyük bir karanlığa girerler.

Denir ki, bir şey nedenin bilgisinden gelir, başka bir şey neden olmayanın. Bize bunu öğreten ariflerden böyle işittik biz.

Aynı anda hem nedeni, hem yıkımı (fani beden) bilenler, yıkım (fani beden) marifetiyle ölümü yener ve gerçek nedenin bilgisi marifetiyle de ölümsüzlüğe ererler.


Pushan


Hakikatin kapısı altın bir kursla örtülmüştür. Aç ki onu, ey Puşan (Pushan), Hakikatin doğasını görebilelim. (Pushan: Evlilik, yolculuk, yollar ve büyükbaş hayvanların beslenmesinden sorumlu tanrıdır. Yolculuk edenleri eşkıyalardan ve canavarlardan korur. Aynı zamanda ruhları öte dünyaya taşıma görevi vardır.) 

Yama

Ey Puşan, yegane gören, Yama (yargıç) (Vedik geleneklerde Ölüm Tanrısı), Surya (güneş) (Güneş Tanrısı), Prajapati'nin (Yaratıcı ve koruyucu bir tanrı) oğlu; ışınlarını yay ve onları topla! E aydınlık biçimin olan ışığı görüyorum. O -güneşteki kişi- neyse ben de oyum.

Nefesini havaya ve ölümsüz olana ver! Ve şu bedenim küllerde son bulsun. Om! Ey zihin, hatırla! Yaptıklarını hatırla! Ey zihin, hatırla! Yaptıklarını hatırla!

Agni bizi hayırlı bir yoldan mutlak saadete ulaştır, her şeyi bilen sen, ey Tanrı! Uğursuz kötülüğü bizden uzak tut ki, sana tam övgülerimizi sunalım!

Upanişadlar
F. Max Muller - Paul Deussen

14 Eylül 2014 Pazar

Evokasyon ve İnvokasyon




Eski Mısır'da kozmik güçlerin özellikleri, davranışları gözlemlenmiş, mükemmel şekilleriyle derin anlamlar taşıyan Mısır tanrılarının stil olarak resmedilmesi gerçekleştirilmiştir. Batı Majisinde kullanılan tanrı formları da Mısır kökelidir. İnsanlar yıllarca, yüzyıllarca bu tanrı formlarına tapınmış, bu şekilde onların astral formda enerji odağı haline gelmeleri sağlanmıştır. Majisyenin, çeşitli şekillerde enerjiyi bu ruhsal güçlerden çekip odaklayabilmesi mümkündür. Evokasyon ve invokasyon da bu amaçla yapılır. Evokasyon'da bedensiz varlıklar evoke edilir ve onlara hükmedilir. Ancak invokasyonda daha güçlü enerjetik varlıklar söz konusudur. Onlara hükmedilmesi mümkün olmadığından onlar "invoke" edilir. Yazının devamında konunun daha net şekilde anlaşılması mümkün olacaktır.



EVOKASYON

Ortaçağ majisinin en önemli bir uygulaması bedensiz varlıkların evokasyonu, onları çağırarak obsede edip onlara hükmedilmesidir. Evokasyonda enerji dışımızda bekler, onu içimize almayız ve varlıklarla direkt iletişim hedeflenmez. Ancak Süleyman'ın Anahtarı adlı kitaptan ya da Abra-Melin'den hatırlayacağınız üzere varlıklara hangi formda görünmeleri gerektiği de emredilebilmektedir. İslami Havas'ta evokasyonun karşılığı "celbetme"dir, "celp"tir. 

Evoke edilen spiritin idaresinde ve etki alanında olan diğerlerinin üstüne de tesir yaratılabilir. Ancak buradaki spirit kelimesi spiritüalizm'deki ruh ile karıştırılmamalıdır. Bu varlıklar asında en güçlü varlık olan insan tarafından obsede edileceklerini anladıklarında, majisyene karşı saldırgan olurlar. O ndenle alınması gereken savunma yöntemleri titizlikle uygulanmalıdır. Başarı sağlandığında, celbedilen varlık, istenildiği gibi gücünün kullanılmasına ve her alanda çalışılmaya olanak tanır, çünkü yapıları aslında buna müsaittir.

Enerjetik olarak yıkıcı, hasta edici zıt bir güç taşıdıklarından ötürü, majiyi yapan kimse ne denli korunmaya çalışsa, ona bazı parazit düşünceleri empoze etmeleri kaçınılmaz olabilir. Bunlar, astralden geçen bazı artifikal kalıntılardır ve asalak bir elementali dahi majisyenin bünyesine sokabilir. Böylece majisyen elde olmayan bir şekilde ve denetleyemeyeceği bir tutkuyla sürekli araştırma yapmaya yönelebilir, tinsel ve zihinsel fırtınalar yaşayabilir. Bunu fark ettiği an, kurtulmak için elementali yok etmesi gerekecektir.  

Davette önerilen ses tonu her zaman azami titreşim verecek şekilde olmalı, derin ve yoğun titreşim yaratabilmelidir. 



INVOKASYON

Invokasyonun kelime anlamı da davettir ancak İslami Havas'taki celp anlamına gelmez. Obsede edilemeyen türden çok güçlü enerjetik bedene sahip olan spiritler, yine çok güçlü bir şuuru taşırlar. Onlarla sadece dua, yakarış olarak uygulanan invokasyon yöntemi ile irtibata geçilebilir.

Majisyenin din anlayışı da normal insanlardan farklıdır. Dışarıdan bakanlar tarafından neye inanıp neye inanmadığı tespit edilemez, kompleks sistemlerle iç içe ulunur, çözülemez, son derece iyi şekilde gizlenmeyi bilir. Tüm dinlerin kökeninde yatan gerçek prensipler majisyenin özel din anlayışını oluşturur. Nasıl dua etmesi gerektiğini de böyle bir anlayışla ritüeline ekler.  

Obsede edilemeyen enerjisel varlıklar, literatürde "Elohim Enerjileri" olarak geçer. Onlar, dört kitaptan önce tapınılmış tanrılar ve tanrıçalarla yine adlarına enerji gönderilmiş olan arketiplerdir. Enerjinin sakınımı yasasına göre de, yok olmayıp dönüşerek belirli merkezlerde bekleye bu durağan kuvvetleri harekete geçirmek mümkündür.

Davet edilen tanrı ya da tanrıça ile irtibat sağlandığında majisyen veya majisyenler grubu, o varlıktan akan tesirleri dünyayı etkileme amacı ile yönlendirebilirler. İnvokasyonda majisyen enerjiyi kendi vücuduna alır, enerji iletimi onun bedeninde harekete geçer. Örneğin bir demonun invokasyonu halinde majisyen demonun ses tonu ile konuşmaya başlar. 

İnvoke sırasında enerji ile insan arasında bir köprü kurulur. Kötü ve tahrip edici enerjiler ile çalışmak gerekiyorsa, invoke son derece kötü sonuçlara yol açabilir. Çünkü invoke, bir enerjiyi yahut onun bir parçasını invoke eden insanın çakra ve aurasına sızdırma işidir.

Sözcükler oldukça önem taşımaktadır. Çünkü her kelimenin kozmosta oluşturduğu belli bir titreşim vardır ve bu titreşimler fazlasıyla önem taşır. Doğru telaffuz, gerçek etkinliği sağlayabilmek açısından olmazsa olmaz bir koşul halindedir. 

İnvokasyonda belli bir güç alanını kullanabilmek ve harekete geçirebilmek için bazı katalizörler gerekir. Bunlar, majisyenin uygulamaya göre ayrı malzemelerle hazırlaması gereken mum, tütsü, tılsım ve muska benzeri materyalleridir. Her majisyen, aynı tür bir ritüel gerçekleştirecek olsalar dahi kendi kişisel güç ve enerjisine göre farklı sayılarda tekrarlarda bulunabilir, nereye ilerleyip nerede geri adım atacağını deneyimler ve sezgi ile belirler. Ritüelin yapılması için mekanın kutsanması, koruyucu alanın çizilmesi gerekir. Varlıktan akan enerji ile dolabilmek, invokasyon metodunda daveti yapılan güçlerin tesirine dayanıklı olmayı ve tahammül edebilmeyi zorunlu kılar. Ritüel öncesi az uyuma, inziva, az yeme, zikir vb. mediatif kelime grupları enerji kapasitesinin bütünlüğü için gereklidir. Zira kontrol yitirilmesi halinde farklı spiritler de ortama sızar ve bir insan bu obsesyondan kaçamaz. 

Okültizm ve Enerji

10 Eylül 2014 Çarşamba

Maji Esnasında Posesyon Olgusu

İnvokasyon ile bir tanrının majisyene gücünü iletmesi posesif bir olgu olarak da değerlendirilebilir. başlarda majisyenin durumu bir vecd hali yansıtsa da, omurilik ve küçük beyin bölgesinde hissedilen uyuşma, enerji patlamalarına dönüşebilir. Kaslarda sertlik ve ense kökünde ani darbe yemiş gibi kasılma ve sersemlikle beyne giden oksijenin azalması, görüşün bulanıklaşması, terleme ve adrenalin artışı ortaya çıkar. 

Sinirsel aktarımlar bir ölçüde bloke edilir, ardında, neon lambasının yanıp sönmesi gibi aydınlanmaları gözlemler. Astral bedenindeki hassasiyet de had safhaya ulaşır, halüsinasyon alanına geçmeden vınlamalar duyabilir, kulakta çınlama, uğultu başladığında bunlar görüntüler ve seslere dönüşür ve tüm varlığının en küçük hücresinde bile işitip gördüğü vizyonlar haline gelir.

Artık fizik alanlarla bağı kopmuştur. Tüm iletim astraldedir. bir anda muazzam bir enerji patlaması ile dolabilir ve bir şeyleri yönlendirecek o gücü benliğinde duyup, hisseder. Aşamayı geçtiğinde, artık yapmayı istediği işi, gerçekleştirmeyi planladığı hedefi kusursuz şekilde yönetip etkileyebilir ve amacına ulaşabilir. Algı kapasitesi artar ve aldığı güçle, sevk ettiği enerji ile son derece yoğun tesirler yaratabilir.

Bu haller üç saati aşarsa elbette yorgunluk ve zihinsel durgunluk oluşur. Bu geçici bir durumdur, majisyenin dayanma gücüne bağlı olarak değişik şekilde atlatılabilir. Bir kez istenilen güçle iletişim kurup bu aşamayı bitirdikten sonra, büyük ölçüde rahat etkileme kapasitesine ulaşır ve kendinde saklı olan diğer özellikler de, ayni algısı ve şuuru gibi genişleme ve büyüme gösterir. 

Okültizm ve Enerji
Ferda Ercan Uyulan

9 Eylül 2014 Salı

Om Hecesinin Anlamı


Udgita da denen Om hecesi üstüne meditasyon yapın; çünkü Samaveda'nın bir bölümü olan Udgitha, Om ile söylenmeye başlar.

Bununla birlikte Om'un tam açıklaması şöyledir;

Tüm varlıkların özü toprak, toprağın özü su, suyun özü bitkiler, bitkilerin özü insan, insanın özü söz, sözün özü Rigveda, Rigveda'nın özü Samaveda, Samaveda'nın özü Udgitha, Udgitha'nın da Om'dur.

Udgitha yani Om, tüm özlerin en hayırlısı ve ulusudur ve en yüksek mevki olan sekizinciyi hak eder.

Öyleyse Rik nedir? Saman nedir? Udgitha nedir? Soru bu.

Muhakkak ki Rik söz, Saman nefes, Udgitha da Om hecesidir. Sözle nefes, yani Rik'le Saman bir çift oluştururlar. Ve bu çift, Om hecesinde birleşir. İki insan bir araya eldiğinde onların arzularını yerine getirmeleri gibi.



Dolayısıyla bunu bilerek Om hecesi - Udgitha - üstüne meditasyon yapanlar muhakkak ki arzuları yerine getirici olurlar.

Bu hece, ruhsat hecesidir: çünkü ne zaman bir şeye ruhsat versek, evet anlamında, Om deriz. Bunu bilerek Om hecesi -Udgitha- üstüne meditasyon yapanlar muhakkak ki arzuları doyurucu olurlar.

Üçlü bilgi (üç Veda'da esasları ortaya konulan kurban, daha açıkçası, Soma kurbanı) bu heceyle doğar. Adhvaryu rahibi bir  buyruk verdiğinde Om der. Hotri rahibi bir buyruk verdiğinde om der. Hotri rahibi okuduğu zaman Om der. Udgatri rahibi şarkı okuduğu zaman Om er -hepsi de bu hecenin şanı için. bu hecenin büyüklüğünden doğar üçlü bilgi, kurban yaşamsal nefesler; ve onun özünden doğar adaklar.



Bundan sanki öyle bir sonuç çıkıyorki, Om hecesinin gerçek anlamını bilenler de, bilmeyenler de aynı kurbanı sunuyorlar. Fakat aslında böyle değil, çünkü bilgi başka, cehalet başka. Birinin bilgiyle, imanla ve upanişad'la sunduğu kurban daha etkilidir. Om hecesinin tam açıklaması budur.

Upanişadlar
İnsanlığın ilk felsefi metinleri
F. Max Muller - Paul Deussen

Scientology ve Kökeni


Sonradan bir uzay kültüne dönüştürülmüş olan, ancak aslında Hinduizm kökenli bir eğitimden ilham alan Scientology'nin öncelikle yakın tarihçesine bakmak gerekir.

Şilili psikiyatrist Claudio Naranjo, Sufizm ustası Bolivyalı Oscar Ichaza'yı ve sistemini (Psychology of Meditation) adlı kitapla tanıtmıştır. Ichaza, Doğu'nun Sufi geleneğini temel alan Grudjieff'in öğretilerine de dahil olmuştu. Amerikalı öğrenciler toplayıp, kurslar veren Ichaza'nın "Arica" adını verdiği ve geliştirdiği bu sistem, insanı üstün şuur haline geçirmeyi hedeflemişti. Amaç insan bilincinin çok daha esen ve mutlu olduğu seviyelere ulaştırılmasıydı.

Hedef alınan seviye Satori (Aydılanma)nın 24. katıydı. Kozmik enerjinin idrak edildiği bir şuur açılması ise, varılacak olan sonuçtu. Işık ve sevgi yolcularına kurslarında özel bir beslenme uygulanıyor, böylece fizik ve şuur gücü yeteneklerini yoga eşliğinde arttırmaları sağlanıyordu. Bunun ardından Pranayama (doğru nefes alıp verme) teknikleri ve mistik müzik ile dansı deneyimliyorlar, organlarını da zihinsel olarak kontrol altında tutmayı öğreniyorlardı. Bu sisteme göre insan kendi beyninin diktasından kurtulmalı, tüm bedenine şuur hakim olmalıydı. Mistisizm ile modernizmi birleştirmeye çalıştıklarını söyleyen Ichaza, amaçlarının psikolojik yapıdaki köklü değişikliği sağlamak olduğunu belirtiyordu. Sistem Hinduizm'den alıntıydı ve eskilere dayanıyordu. Amaç zihni geliştirmekti. Ancak bu, kişinin eskiden şartlandığı önermelerden kurtulabilmesine bağlıydı. 

Daha sonraları Amerikalı science-fiction yazarı L. Ron Hubbad bu sisteme uygun olan "Dianetics" adlı eserini 1952'de genişleterek buna dini bir felsefe ilave etti. Yeni çağın tarikatının temelleri bu kitapla atılmış oldu. Artık Scientology üstün insan yaratmayı hedefliyordu. Ancak nedense 1960 yıllarında Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere'de sağlığa zararlı ve zorlayıcı olduğu tespit edilerek faaliyetleri yasaklanmıştı. Günümüzde ise Scientology kültü, birçok ülkede on milyonu aşkın üye ve yüzlerce kiliseye sahiptir. 

Scientology kültüne göre insan doğumundan başlayarak koşulladığı her bilgi ve izlenimden (ki bunlara Engrams adı verilmiştir) önce bir silkinip arınmalıdır. Ruh, reaktif ve çözümlemeli olarak kabul edilir. Analitik beyi kullanarak, elektronik beyin gibi çalışan insanlar ve reaktif, yani tüm etkilere cevap veren insanlar olarak iki ayrı tipte insan vardır. Hubbard, insanın en acı sorununun Enagrams olduğunu ve bunların, ona ıstırap aşılayan bazı olayların toplamı olduğunu belirtir. Enagram, tıpta Serebral kortekste depolanan ve hafıza birimini yansıtan bir terimdir. Kişinin her anısı beyin hücrelerinde iz bırakır, her şey beyinde kayıt altına alınmaktadır.


Bu tarikata girmek isteyen kişi öncelikle yalan makinesine benzer bir aletle hipnoza benzer bir seansa tabi tutulur. Geçmişine ait sorularla ortaya çıkan tepkiler ve bu tepkilerin belirlediği olumsuz etkiler incelenir. kişiye bunlardan kurtulup, bunları unutması telkin edilir. Aslında fikir olarak bu oldukça iyi bir yöntemdir.

Uzay kültü olarak bu tarikatın doktrini şu şekildedir; Bundan 75 milyon yıl önce Xenu veya Xemu adı verilen Galaktik bir diktatör vardı. Xenu, konfederasyonundaki aşırı nüfusu yok etmek istedi ve buradaki varlıkları Dünya gezegenine bir gemi ile kaçırdı. Bu nüfus 76 gezegenli olan Xenu'nun federasyonlarının 13,5 trilyon ferdini kapsıyordu. Kaçırılan bu kimseleri, dünyanın dört bir yanındaki volkanlara attı. Sonra da hidrojen bombaları ile zincirleme bir reaksiyon başlattı. Bu nedenle öldürdüğü 13,5 trilyon varlığın ruhları atmosfere yayıldı ve şimdi içimizde yaşıyor, manevi baskı yapıyorlar. Acı ve sıkıntıların kaynağı oluyorlar. Bu ruhlara, "Thetan" deniyor. Scientolojistler bu Thetan'ları ancak Scientologist olmakla içimizden çıkarıp atabiliriz diyerek felsefelerini ortaya koyuyorlar.

Ferda Ercan Uyulan
Okültizm ve Enerji

Tanrılar ve Tanrıçaların Arketipleri ve Enerjilerinin Kullanımı


İnsanların geçmişte gök cisimlerine tapmaya başlaması, daha sonra, doğa olaylarına, toprak ateş gibi elementlere ve bazı hayvanlara tanrısallık ifadesi yüklemeye yönelmeleri doğal bir gelişim süreciydi. Sonuda birçok tanrı ve tanrıça, ad, form ve sembolleriyle dünyayı insan zihinlerinde etkiler hale gelmişti.

Gördüğümüz birçok şeye verdiğimiz anlamlar nedeniyle, Ay'dan rüzgara, topraktan yılana, ateşten böceğe de uzanan skalalarda; tanrı, tanrıça form, sembol ve adları ortak bilincimizden kaynaklanan kurgularla tasarlanmıştı.Tanrılar ve tanrıçalar, değişik inanç ve tapım metodları ve karmaşık bazı yöntemlerle enerjilendirilmiş bir durumdadırlar. Bunun yanı sıra, yine her birisine ayrı kavramlar giydirilmiş; ölüm, doğum, şifa, karanlık, güzellik, iyilik, kötülük, bereket, doğurganlık tanrıları ve tanrıçaları gibi hallerle sınıflandırılmışlardır. enerjilendirilen bu formlar, astral alemin belli katlarında beklemektedirler. onlar adeta bir prototip gibidirler.


Mesela mitolojilerdeki CERES'i ele alalım. Ceres, Roma mitolojisinde, anne sevgisinin ayrıca büyüyen bitkilerin tanrıçasıydı. Eski Yunan'da Demeter olarak adlandırılıyordu. Norveç mitlerinde Kyrja veya Valkyrie olarak bilinir. Cronos ve Rhea'nın kızlarıdır. Günümüzde de Ceres tapımı yine sürdürülmektedir. 

Roma Panteonu'nun başlıca 12 Tanrı ve Tanrıçası şunlarıdr;
JUPITER - (ZEUS) Gökyüzü ve adalet tanrısı,
JUNO - (HERA) Gökler, evlilik, kadınlar tanrıçası,
MINERVA - (ATHENA) El sanatları, bilgelik ve savaş tanrıçası,
VESTA - (HESTIA) Ocak ve devlet tanrıça,
DIANA - (ARTEMIS) Av, ay, bekaret, doğum tanrıça,
VENUS - (AFRODIT) Aşk, güzellik, doğurganlık tanrıça
MARS - (ARES) Kahramanlık, savaş tanrı
MERCURY - (HERMES) Ticaret ve hız tanrı,
NEPTUN - (POSEIDON) Deniz, deprem ve atlar tanrısı,
VOLKAN - (HEPHAESTUS) Yangın ve demirciler tanrısı,
APOLLO - (APOLLON) Işık, şifa, müzik, şiir, okçuluk tanrısı,
CERES - (DEMETER) Doğa, toprak, bereket, tarım ve mevsim tanrıçası.


Toprak tanrıçası olarak Ceres, hasat zamanı ve tarım işlerinin döngüsünü düzenleyici güç alanı olarak tapınılagelmişti, genellikle adına domuz kurban edilirdi. onun sırları mitolojide Eleusis sırları ile beraber anlatılır ancak bunlar oldukça zorlayıcı deneyimlerdir ve disiplin gerektirir. bu arketipin şifa enerjisi aktarmakta da kullanılabilen bir yönü bulunmakta. Ceres, Başak burcu ile de ilişkilendirilebilir ve sonuçta kendisinden bir şeyler beklenip adına çağrı yapıldığında şifa aktardığına inanılır.

Buraya kadar anlatmak istediğim konu, açıkça tapınılmış veya tapınılmaya devam eden tanrılar ve tanrıçaların adlarında tapınma yolu ile birikmiş mevcut enerjilerdir. Bunlardan birinin adına yapılacak davet, ona yüklenmiş bulunan ve belli bir alanda bekleyen enerjiyi harekete geçirebilir. Buradan enerji çekilebilir, gönderilebilir. Herhangi bir astral katta beklemektedir. Enerjinin sakınımı yasasına göre, ona yollanan bunca enerji, tapım ile astraldeki gölgesi paketlenmiş gibidir, orada durmakta ve dağılmamaktadır. Hala daha tapınılıyorsa, bu, onun arketipinin belli ölçüde enerjetik olarak daha verimli kullanımına da yol açacaktır. 


Tarihin kapıları açıldığından beri insanlar, nehirlerin, pınarların, güzel sanatların, şafağın, bahçelerin, kırların, uykunun bile tanrı ve tanrıça prensiplerini düşünüp adlandırdılar. Adlarının anılmasının ve formlarının üretilmesinin yeniden enerjilenmelerini sağlayacağı, hatta frekanslarının titreştiği güç alanlarını diri tutacağı düşünülür. En önemlisi de, arketiplerinin barındırdığı gizli gücün anlaşılmasıdır. Bazı gizem kültleri bu enerjiyi oldukça farklı amaçlar için de kullanmak istemiştir. 

Ferda Ercan Uyulan
Okültizm ve Enerji