Yeniden doğuş (reenkarnasyon) - Bedenlenmek (Enkarnasyon) -
Ruh Göçü ve Tenasüh (metempsychosis) hakkında biraz daha bilgi vermek
istiyorum. Bu iki terim, karma yasasına bağlı olarak oluşan çeşitli formlardaki
dönüşümlerdir. Bu felsefi görüşü savunan fikirler, varlığın tekâmülünün
gerçekleşmesi, yani tanrısal yetkin olgunlaşması için aşamalardan geçilmesinin
gerçekliği ve gerekliliğine işaret ederler.
Enkarne olmak, Fransızca enkarnasyondan (incarnation) gelir
ki, fizik bedene bürünmek, bedenlenmek anlamındadır. Reenkarnasyon ise Fransızca
bir sözcük olup, yeni bir beden ile yeniden dünyaya gelmek, yeniden bedenlenmek
olarak tarif edilir. Bu bağlamda her ikisi de temelde birbirini tamamlayan tekâmül
döngüsünü açıklar. Yeniden doğuş için
yeni bir bedene ihtiyaç vardır. İlk enkarne olmanın ondan sonraki tekrar
bedenlenerek gelişlerine reenkarne olmak, diğer adıyla reenkarnasyon terimiyle
işaret edilir. Bektaşi Erenlerinden Taptuk Emre baba’dan irşad olan Bektaşi
Dervişi Yunus Emre bu tekâmül döngüsüne ruhsal yeteneğiyle Batı dünyasından
asırlar önce; “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” diyerek her iki terimi
bir arada zikrederek işaret etmiştir. Yeniden doğuş veya bedenlenme Bektaşi
öğretisinde deve girmek, devir, devriye deyimleriyle ifade edilir. Devriye,
devir öğretisini konu alan, insanın ruhunun sonsuz gerçeklikten gelip, çeşitli
aşamalardan geçip yine oraya varacağını anlatan şiir türüdür. Sünni gelenekte
yeniden doğuş, yeniden bedenlenmek veya tekrar geliş inancı olmadığı için bu
deyimler bulunmaz, kullanılmaz. Dikkat edilecek olursa burada Kuran değil,
gelenek dedim. Çünkü Sünni gelenek Hz. Muhammed’in Hakk’a yürümesinden sonra
günümüze kadar olan süreçte Kuran metinlerinin özünden uzaklaşmış, verilen
mesajın sadece dışyüzüne, o da başkalarının ağzından duyduğuna itibar etmiş,
içyüz anlamına kendi akıl ve düşüncesiyle evrensel boyutlarda çağdaş bilgiyle
hiç eğilmemiştir. Batıni geleneğe göre, istisnasız tüm içyüz öğretileri
insanlık âlemine verilen bütün ilahi mesajların içyüzünde simgesel olarak bu
gerçeğin, yani yeniden doğuşun anlatıldığını kabul ederler. Bu yüzden yeniden
doğuş yasası tüm dinlerin içyüzündeki hakikate işaret etmektedir. Ancak biz bu
gerçeği tüm kutsal kitaplar arasında yorulmadan, kavram zorluğu çekmeden, açık
ve detaylı olarak sadece Kuran’da görmekteyiz.
Şimdi, bu tariflere göre dünyaya
yeniden gelişte fizik kimlik faktörünü de bilmek zorundayız. Bunu Türkçe olarak
yeni bir fizik kimlikle yeniden doğmak şeklinde özetlemek gerekir. Bu gerçeğe
Kuran’da çok açık olarak şöyle işaret edilir; “Onları biz yarattık ve
mafsallarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz vakit de kılıklarını değiştiririz.”
Ayette geçen kılık, eşkal,
görünüm, görünüş, dış yüz, biçim, form, kalıp, suret ve şekil anlamlarına
gelir. Bu anlamların tümü de insanın dış yüzdeki fizik plan kimliğini tarif
eder, bilinmeyen ve görünmeyen içyüzünü değil. Bu sebeple fizik insanın kılığı
aynı zamanda kimliği de olmaktadır. Bu ayeti de kimliğinizi değiştiririz
şeklinde kavramamız gerekecektir. Her yeniden doğuşta, asıl kimliğimiz olan
şeffaf kimlikle şeffaf beden değişmeden kalır, fizik bedenle birlikte sadece
fizik kimlik değişir.
Yaptığımız olumlu veya olumsuz
tüm eylemlerimizle bugünkü kendimizi yarınki kendimize dönüştürerek taşıyoruz!
Her gelişimizde fizik kimliklerimiz değişecek, ancak hepsinin içindeki biz,
şeffaf kimlik, yani bilinç kimliği olarak aynı kalacağız. (Burada bilincin tekâmülüne
değil, kişinin iç, yani tanrı katındaki kimliğine işaret edilir.) Tanrısal
kısas, karma ve yeniden doğuş yasasına
bağlı olarak işlev görmektedir. Bunu kavrayan her insanın evrensel ve çağdaş
bilgi, hak, hukuk ve adalete bakış açısı daha üst düzeyde olgunlaşarak tanrısal
erdemi tüm insanlara yansıtacak düzeye gelir.
Madde planının fizik yasalarına
göre bir fiziksel bedenlenme olmadan dünyaya gelmek, hava (şeffaf) olarak
sokakta dolaşmaya benzer. Kişi ancak bir fizik bedene sahipse bu madde planında
iş görebilir. Burada en önemli nokta kimliktir. Bedenin ırkı ve ölçüleri
değişebilir ancak içte saklı olan bilincimiz, yani ruhsal kimliğimiz değişmez.
Çünkü kimlik sadece isimden ibaret değildir. O, içerisinde bulunan bilincimizle
değer kazanır. İşte bu, insanın önceki hayatlarından kazandığı titreşimleri
yansıtan aynasıdır. Yeryüzünde doğan tek bir insan yoktur ki doğarken kendi
ismini kendi koymuş olsun! Bu gerçek de ölüm yasası gibi istisnasız olarak
herkese işleyen bir karma kanunudur. Bu yasanın işlerliği bile en başta bize
yeniden doğuş yasasının varlığını kanıtlar. Kazanılan değere göre takdir
edilmek insanın kendi elinde değil, yasa koyucu ve işleticinin elindedir. Tanrı
her şeyi bilen olarak insanı insandan daha iyi bilmekte ve kazandığı değere
göre hak ettiğine sevk etmektedir. Kuran bu karmik gerçeğe “Herkes kazancına
bağlı bir rehindir” der. Ancak şunu da belirtmem gerekir, birçok kutsal isim
taşıyan insan sokaklarda dolaşmaktadır, onların aralarında doğarken aldığı
isminin içini gerçekten ona yakışan tanrısal değerle, yani yüksek titreşimlerle
hangisi doldurmuştur? İbrahim, Musa, Fatma, Meryem, Abraham, Joseph, David,
Elisabeth, Mary vs. isminde milyonlarca insan varken içlerinden hangisi isminin
müsemmasını yani aslını ruhen yansıtmaktadır?
Apaçık ayetlere göre tekrar bedenlenmenin
yanında tenasüh (metempsychosis) adı altında toplanan: Nash, Mash, Rash ve Fash’da
vardır. Nash insana, mash hayvana, rash bitkilere ve fash da madenlere düşüşe
işaret eder. Bunların hepsinin işlevleri farklıdır ve genel işleyişine tenasüh
altında işaret edilir. Tenasüh veya tenassuh sözcüğü nesh’ten gelmektedir.
Arapça olan nesh kelimesi; fesih, lağvetme, kaldırma ve hükümsüz bırakma
anlamına gelir. Bundan hareketle de nesh kökünden gelen tenasüh, ruh göçü, ruh
sıçraması, ruhun bir cisimden ötekine, bazen de insandan hayvana ve hayvandan
insana geçmesi inancıdır. Tenasüh deyimi genelde tekrar bedenlenme kavramına
paralel ruh göçü olarak kullanılır. Ruhun bir varlıktan başka bir varlığa
geçişini ifade eder. Yeniden doğuş felsefesine göre fizik varlık ölümlü, onun
ruhu ölümsüzdür. Yeniden doğuş kavramında ruh, insandan insana geçmez, yani başka
bir insan varlığına girmez. Kişisel ruh (can) aynı şeffaf yapı veya kimliğe
sahip olarak yeni bir fizik bedenin içine yeni bir fizik kimlikle girer.
Tenasüh’ün Nash tanımı dışında üç alt tanımı kişisel ruhun; hayvan, bitki ve
madenlere de geçtiğini varsayar. İlk kavramın dışında kalanlar Hint dinleri
kaynaklı görüşler olarak genelde kabul görmezler. İnsan ruhu, ceza için de olsa
tekâmül etmiş olduğu için alt varlık formalarına düşemez şeklindeki görüş Bâtıni
geleneklerde de ağır basmaktadır. Ruh göçü kavramının Batı küresinde bilindiği
kadarıyla ilk defa Pitagoras ve ondan sonra da Platon tarafından işlendiği
kabul edilir. Onlardan önce olan Orfik öğretide de bu kavram vardı ve Pitagoras
bu kavramla ilk defa Delfi mabedinde inisiye olduğunda tanışmıştı. Bu kavram
Orfe’den de binlerce yıl önce eski uygarlıkların inisiyelerince de kabul görür
ve öğretilerinde aktarılırdı.
Bu gerçeğe Kuran’da “Ben onu
dimdik bir yokuşa sardıracağım” ayetiyle işaret edilir. Niçin bu şekilde
yorumladığımızı yine İsra suresindeki şu ayetle açıklıyoruz: “Bir de onlar
dediler ki: ‘Biz bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi
gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla dirilteceğiz?’ De ki ‘İster taş olun,
ister demir…’” Yüce Tanrı yapmayacağının ötesinde olan yapmadığı, yapmayacağı
hiçbir şeyi söylemez. Yapacağını söylemesi, O’nun yaptığının delili olmaktadır.
Tenasüh terimi, Tanrısal Ruh,
Kişisel Bilinç ve Hayvansal Tutkular farkını bilmeyenler tarafından bu şekilde
yanlış olarak sadece Ruh adı altında genellenmiştir. Tek ve her yerde olan, her
yeri kaplamış tanrısal ruh nereye göçebilir? Tanrısal ahlakla yapılması
önerilen eylemlerin hayvansal tutkulara uyularak yapılması, ahlakın terk
edilmesiyle insanın yaptığı eylemlere göre oluşan düşük ahlak neticesinde alt
varlık formlarına göçen, kişisel bilinç ve tutkulardır. “Ruh” genellemesi, Hint
öğretisinden yanlış anlaşılıp aktarıldığı için bugüne kadar bu yanlışlık devam
ederek gelmiştir. İnsan formlarının alt formları olan hayvan, bitki ve
madenlerde tekâmül eden bilinç; yaşam ruh denilen ve tanrısal ruh olmayan yaşam
enerjisidir. Bu yaşam ruhu veya enerjisi de bitkisel ruh, hayvansal ruh ve
madensel ruh olarak ifade edilir. Buralarda anılan ruh kavramının tanrısal ruh
ile hiçbir ilgisi yoktur.
Mevlana; “madenler alemi
bitkilere, bitkiler alemi hayvanlar alemine, hayvanlar alemi insanlık alemine
şahlanıyor, insan olarak gelmişim ölmekten niçin korkayım” diyerek bu
gerçeklere işaret etmiştir. Tabii ki Mevlana kendi konumundan bunu söylüyor;
yani bu, içyüzünde insan kalarak ölebilmeyi başaranlar için geçerlidir. Yoksa
içyüzünde tutkularından dolayı hayvansal sıfatları kazanmış biri için olmasa
gerek. Bu tespitler üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli evrensel
gerçeklerdir. Fatiha suresinin son iki ayeti buna “gazaba uğramışların ve o
sapmışların yoluna değil” diyerek işaret eder.
İnsan bilinç olarak Tanrı katına
yükselebildiği gibi, en alt kata da yani aşağıların aşağısına da düşebilir. Bu
dünya, Kuran’da Biz diye konuşan Hakerenler’e göre aşağısıdır. Bu titreşim,
frekans, yoğunluk veya form olarak aşağısı anlamına gelir. İnsana göre de
aşağısı, sırasıyla hayvan, bitki ve madendir.
Teozof Madam Blavatsky bu konuya
daha değişik bir yorum sunmaktadır. Ona göre yeniden doğuş ve karma olduğu
halde, hayvan, bitki ve maden gibi alt formlara düşüş yoktur. Bu görüş Hıristiyan
Teozof Max Heindel için de geçerlidir. Max Heindel Tevrat’ta bu konuda bir
metne veya imaya rastlamadığını söyleyerek yeniden doğuş ve karma döngüsü
üzerine odaklanır.
Yeniden bedenlenme konusunda
Kuran’daki en büyük delil şu ayettir; “(Ey Muhammed!) De ki: Rabbim! Beni
gireceğim yere doğrulukla sok, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkar. Katından
bana yardımcı bir sultan ver!” Burada zikredilen giriş ve çıkışın ilgisi ve
işareti tamamen bedenle yani bir bedene girme ve o bedeni terk etmekle
ilgilidir. Hz. Muhammed’in yardımcı olarak istediği sultan kimdir acaba?
Buradaki sultan kelimesini güç olarak çeviriyorlar. Sultan Tanrı katından, yani
Rabb titreşiminden bir kimliğe işaret ederken güç, kuvvet anlamında, kimliksiz,
otomatik ve pozitif bir enerjidir. Sultan, kişinin Rabb titreşiminde olan
özünün yedinci ve en yüksek perdesidir. Yani Hz. Muhammed’in burada Rabb
katında olan tanrısal Adem, insan-ı kamil olan asıl Muhmmed’den yardım
istemesine işaret ediliyor. O, onun orijinal sureti ve ayan-ı sabitedeki asla
bozulmayan ezeli ve ebedi temelli kimlik olan özüdür. Bu sebeple her insan Rabb
katındaki asıl kendi olan özünden yardım istemelidir. O yardım da, havadan hibe
olarak değil, O’nun kalpten gelen sesini devamlı dinlemekle, dediklerini
yapmakla gerçekleşir.
Tekrar bedenlenme konusunda İncil’de
“Öğrencileri O’na şunu sordular; ‘Peki, din bilginleri neden önce İlyas’ın gelmesi
gerektiğini söylüyorlar?’ İsa, ‘İlyas gerçekten gelecek ve her şeyi yeniden
düzene koyacak’ diye cevap verdi. ‘Size şunu söyleyeyim, İlyas zaten gelmiştir,
ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar. Aynı şekilde insanoğlu da
onların elinden acı çekecektir.’ O zaman öğrenciler İsa’nın kendilerine
Vaftizci Yahya’dan söz ettiğini anladılar.”
Bu evrensel ve tanrısal
gerçeklere göre Pitagoras’ın öğrencilerine tüm varlıkların Tanrı tarafından
türlerine göre mühürlendiğini öğrettiği aktarılır. Onun kuşaklar boyu aktarılan
öğretisine göre her varlığın hem fizik, hem de astral mührü vardır. Bu formlar
tanrısal mühürleriyle uyum içinde çalışırlar. İşte bu titreşim ve çekim
yasasıdır. Evrensel boyutlardaki tanrısal mühür titreşimlerdir. Her varlığın
formu, farklı titreşimden meydana getirildiği için tanrısal yasayla mühürlenmiş
kabul edilir. Kimi insanlar birbirini çekemez, kıskanır, birbirlerinden hiç
hazzetmez. Bu durum gerçekte onların titreşim uyumsuzluğuna işaret eder. İnsan
dikkat ederse karşısına gelen insanla titreşimlerinin uyuşmadığını sezgileriyle
de hissedebilir. Kişi böyle bir durumu sezdiğinde çatışma olmaması için
nefsinden kaynaklanan tutkularını değil, kalbini dinleyerek o ortamdan bir
yolunu bulup ayrılmalıdır. Batıni sufiler buna sabır ve sükut ile işaret
etmişlerdir.
Her insan bir sonraki yaşamına
kazandığı titreşimlerle kaldığı yerden tekrar tekâmül yoluna devam eder.
Hermetik Bilge Pitagoras
Tanrıbilim ve Yeniden Doğuş
Felsefesi
Malik İlyas Tanrıbağı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder