Mülk edinmek, sahiplenmek, sahip olmak, kendinde bulundurma, aidiyetinde bulundurma gibi bütün kavramlar maddi dünyaya aittir. Manevi dünyada mülkiyet kavramı ve bunun yan ürünlerine zerre yer yoktur. Manevi dünyada sadece olmak vardır.
Var oluşumuzu, varlığımızı kendimize ispat etmek için tutunduğumuz her şey geçici ve değişkendir. Özümüz, ruhumuz ya da her ne kelime atfedeceksek atfedelim, içimizdeki o öz, duygu, düşünce, kavrayış, davranış ve amellerimizden ayrı, apayrı bir varlıktır. Çünkü içimizde devinip duran tüm o duygular, düşünceler, kavrayışlar, davranışlar ve ameller, zaman - mekan döngüsü içerisinde değişiklik gösterirler. Bunlardan etkilenerek oluşan karakter de dolayısıyla değişkendir ve ister genlerle bize miras kaldığını düşündüğümüz huylarımız, gerekse deneyimlerimiz ve çevremizden etkilenerek kemikleştirdiğimiz karakterimiz de maddeye bürünmeden önceki dönemlerimize ait değildir. Değişken olan hiçbir şey madde ötesine ait değildir. Dolayısıyla buradan karakterimizin de madde ötesine ait olmadığını, ruhumuzun sadece homojen bir beyazlıkta madde ötesine ait olabileceği fikrine ulaşırız.
Tanrı'yı oluşturan ruhlarımız, sadece maddi dünyada bir puzzle gibi girinti ve çıkıntıları birbirine geçerek bir anlam ifade ederken, madde ötesinde bütün bu girinti çıkıntılardan özgürleşmiş, zihnimizin algısının çok üzerinde bir var oluş halindeyiz. Dolayısıyla varlığından en rahatsızlık duyduğumuz insanlarla aynı kişiyiz esasında... Varlığından keyif aldığımız insanlarla da aynı kişi olduğumuz gibi...
Ya da bütün bunlar geliştirilmesi gereken birer düşünce sadece...
Görsel: Barbara Bezina Art.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder