Bütün
sembollerin en eskisi, en evrenseli ve en derini insan bedenidir. Gizem Okulları
yasaların, elementlerin ve evrenin güçlerinin insan bedeninde özetlendiğini,
insanın dışında var olan her şeyin insanın içinde bir benzere sahip olduğunu
öğretmiştir. Evren, insan idrakinin ötesindedir ve kişi ilahi cezbe ile
dolduğunda kısa bir süreliğine kişiliğinin sınırlarını aşabilir ve bütün
yaratımın içinde yüzdüğü ilahi nura şahit olabilir.
İlk
filozoflar, insan doğasının sınırlı çerçevesi içinde dışsal âlemlerin
gizemlerinin tezahür ettiğini görmüşlerdir. Sonuç olarak Tanrı’yı Büyük İnsan,
İnsanı Küçük Tanrı olarak gören gizli bir Tanrıbilimsel bir sistem
oluşturmuşlardır. Büyük evrene Büyük Âlem veya Vücut anlamına gelen “Makrokozmos”
denmiş, onun işlevlerini kontrol eden İlahi Hayat’a ise “Makroprosopus”
denmiştir. İnsan vücuduna yani beşeri evrene ise “Mikrokozmos”, onun
işlevlerini idare eden ruhsal otoriteye ise “Mikroprosopus” denmiştir. Pagan Gizem
Okulları neofitlere öncelikle Makrokozmos ile Mikrokozmos arasındaki hakiki
ilişkiyi öğretmekle ilgilenmiştir.
Kadim
zamanların rahipleri insanı inceleyerek bir parçası oldukları semavi planın
daha yüce ve soyut gizemlerini öğreniyorlardı. Onlara göre her uzvun kendine
ait gizli bir anlamı vardı. Bu uzuvların oranları, kozmosun bütün kısımlarının
ölçülerini veriyordu. O bilgelerin ve hiyerofantların sahip oldukları bütün
bilgiyi taşıyan muhteşem bir bileşik semboldü. Kadim filozoflar, insanın, hayat
bulmacasının anahtarı olduğunun farkına varmışlardır çünkü o, İlahi Plan’ın
yaşayan imgesiydi. Gelecek çağlarda insanlık şu kadim sözlerin ciddiyetini bir
kez daha tümüyle kavrayacaktır: “İnsan,
insan olmanın ne demek olduğunu araştırmak demektir.”
Tanrı
ile insan ikili bir yapıya sahiptir. Bu ikili yapının daha üstün olan kısmı görünmezken;
aşağı olan kısmı görünür. Bu ikisi arasında bir de görünür ve görünmez doğanın
birleştiği arabulucu bir alan vardır. Tanrı’nın ruhani doğası O’nun nesnel
doğasına nasıl hâkimse, insanın nesnel doğası da, görünür maddi kişiliğinin
görünmez sebebi ve hükmeden gücüdür.
Kadim
irfanın bir başka mevhumuna göre ister ruhani, ister maddi olsun, bütün
bedenlerin üç merkezi vardır. Yunanlılar
bunlara yukarı merkez, orta merkez ve aşağı merkez demiştir. Soyut zihinsel
hakikatleri eksiksiz bir şekilde şeklen ve sembolle ifade etmek imkânsızdır.
Çünkü metafizik ilişkilerin bir özelliğinin şekille temsili, onun diğer bir özelliğiyle
çelişebilir. Genellikle yukarıda olan soyluluk ve güç bakımından daha üstün
görülür. Oysa gerçekte merkezde olan hem yukarıda olduğu söylenene, hem de
aşağıda olduğu söylenene göre üstündür. Okuyucu yukarı kelimesini kaynağa
yakın, aşağı kelimesini kaynaktan uzak olarak düşünür, merkezi de kaynak olarak
görürse algılamasında herhangi bir sorun kalmaz.
Üstün
ya da ruhani merkez, diğer ikisinin ortasında olduğu için, bedendeki karşılığı,
en ruhani ve gizemli organ olan kalptir. İkinci merkez (yukarı ve aşağı âlemlerin
bağlantısı) fiziksel olarak en yüksekte duran organ, beyindir. Üçüncü (ya da
aşağı) merkez fiziksel olarak en aşağıda olmasına rağmen çok büyük bir fiziksel
öneme sahip olan üreme organlarıdır. Böylece sembolik olarak kalp hayatın
kaynağı; beyin akılcı zekâ ile hayat formun birleştiği bağlantı ve üreme
sistemi fiziksel organizmaların üretildiği gücün kaynağıdır. Bireylerin
idealleri ve umutları bu üç merkezden hangisinin hâkim olduğuna bağlı
olacaktır. Maddeci insanlarda en aşağı merkez en güçlüsüdür; entelektüel insanlarda
merkez üsttekidir; fakat inisiyelerde –bu iki ucun ruhani nurun ışığında
yıkanmasıyla- hâkim olan hem bedeni hem aklı kontrol eden kalptir. Ruhani doğa
en yaygın şekilde kalple; zihinsel güç beyin epifizini temsil eden açık bir gözle;
üreme sistemi ise bir çiçek, bir asa, kupa ya da elle sembolize edilir.
Bütün
gizem okulları kalbi ruhani bilincin merkezi kabul etseler de, kalbi sık sık duygusal
doğanın sembolü olarak ekzoterik bir anlamda da kullanmışlardır. Ezoterizm
öğrencileri kadimlerin sık sık gerçek yorumlarını perdeler ardına gizlemiş
olduklarını keşfederler. Beynin kalp yerine kullanılması da bu perdelerden
biriydi.
Kadim
gizem okullarının üç derecesi, birkaç istisna hariç, beşeri ve evrensel
cisimlerin üç büyük merkezini temsil eden üç odada verilirdi. Mümkünse
tapınağın kendisi de insan bedeni şeklinde yapılırdı. Aday bacaklar arasından
girer, en yüksek dereceyi ise binanın beyne karşılık gelen yerinde alırdı. İlk
derece maddi gizem ile onun sembolü üreme sistemiydi. Bu derece, adayı somut
düşüncenin çeşitli mertebelerinde yükseltirdi. İkinci derece kalbe karşılık
gelen odada verilirdi ve zihinsel bağlantıyı oluşturan orta gücü sembolize
ederdi. Burada aday soyut düşünce sırlarına inisiye edilir, aklı yettiği ölçüde
zihinsel olarak yükseltilirdi. Sonrasında beyne karşılık gelen odada ona sırların
özü verilirdi. Burada inisiye ilk defa şu ölümsüz kelimelerin anlamını
kavrardı: “İnsan gönlünden geçirdiği
şeydir”.
Proclus,
“On The Theology of Platon” (Platon’un Tanrıbilimi Üstüne) adlı eserinde şunu
söylemektedir; “ Hakikaten (ilk)
Alkibiades’te Sokrates doğru bir biçimde gözlemlemektedir ki ruh kendi içine
girdiği zaman her şeyi ve hatta Uluhiyeti görecektir. Kendi kendinin, bütün
hayatın merkezinin kıyısında, sahip olduğu çeşitli melekeleri bırakarak en
yüksek kuleye çıkar. Söylenmiştir ki, sırların en kutsal olanında mistik, ilk
olarak tanrıların huzurundan fışkıran bir çoklu formla ve birçok şekle sahip
türlerle karşılaşır, fakat tapınağa girdikten sonra heyecansız, mistik
ritüellerle korunmuş olarak kalbine ilahi nuru alır ve onların sözleriyle,
kıyafetlerinden soyunarak, bir ilahi doğadan pay alır. Bana göre aynı ruh hali
bütünün tefekküründe de yaşanmaktadır. Çünkü ruh kendisinden aşağı olan şeylere
baktığı zaman gölgeler ve varlık suretleri görür. Fakat o kendini kendine
yönelttikten sonra kendi özünden ve sahip olduğu akıldan işler. İlk bakışta
hakikaten de sadece kendini görür; fakat kendini bilmede derinleştikçe kendinde
hem aklı hem diğer varlıkları bulur. Çünkü içimizde her şey fiziksel olarak
mevcuttur ve bu sayede bizler doğal olarak bütünün içimizdeki imge ve güçlerini
harekete geçirerek her şeyi bilme gücüne sahibiz.”
Eski
çağların ustaları, müritlerine bir imgenin gerçeklik olmayıp öznel bir fikrin
nesnelleşmesinden ibaret olduğunu öğretiyorlardı. Tanrıların suretleri,
tapınmak için tasarlanan nesneler değil, görünmez kuvvetler ve ilkelerin
hatırlatıcıları ve mecazları olarak kabul edilmişlerdir. Kadim dinlerin çeşitli
tanrı meclisleri, aslında Tanrı’nın sınıflandırılmış, kişiselleştirilmiş
niteliklerini temsil eder. Bu açıdan Kabalacıların Melekler düzenine tekabül
ederler. Kadim zamanların tüm tanrı ve tanrıçalarının aynı şekilde bu
tanrıların onlara layık bir aracı olan elementlerin, gezegenlerin ve
takımyıldızlarının insan bedeninde bir karşılığı vardır. Dört beden merkezi
elementlere, yedi hayati organ gezegenlere, vücudun on iki kısmı Zodyak’a
tekabül eder. İnsanın ilahi doğasının görünmez kısımları çeşitli dünya ötesi
tanrılara ve nihayet gizli Tanrı da kemikteki iliğe tekabül eder. Hücrelerin insan
yapısında sınırsız birimler olması gibi, insan da evrenin yapısında sınırsız bir
birimdir. Bu ilişkilerin bilinip takdir edilmesine dayanan bir teoloji, derin
bir hakikat içerir.
İnsanın
fiziksel bedeninin beş ayrı uzantısı vardır: iki bacak, iki kol, bir baş. Bunlardan
sonuncusu diğer dördünü yönetir. Böylece beş sayısı insanın sembolü olur. Piramidin
dört köşesi kollara ve bacaklara, tepesi başa karşılık gelir ve böylece akli
kuvvetin dört akıl dışı köşeyi kontrol ettiğini gösterir. Eller ve ayaklar dört
elementi temsil etmek için kullanılmışlardır. Ayaklardan her biri toprak ve
suya, eller ise ateş ve havaya karşılık gelmektedir. Beyin, beşinci elemente –esir-
karşılık gelir. Eğer ayaklar birleştirilir ve kollar iki yana açılırsa, insan
haçı sembolize eder. Haçın yukarı ucu rasyonel akla, insanın başına karşılık
gelir. El ve ayak parmaklarının da özel önemleri vardır. Ayak parmakları 10
fiziksel yasayı, el parmakları ise 10 spritüel yasayı temsil eder. Her elin
dört parmağı elementleri, her parmaktaki üç boğum elementlerin hallerini
gösterir. Böylece bir elde 12 bölüm oluşur ki, bu da Zodyak’a tekabül eder.
Başparmağın iki boğumuyla kökü Ulûhiyet’in üçlü doğasını gösterir. İlk boğum
yaratıcı yön, ikinci koruyucu yön, kök ise doğurgan ve yıkıcı yöndür.
Sembolizmde
insan başı genellikle aklı ve kendini bilmeyi gösterir. İnsan bedeni ulûhiyeti,
en yüksek ruhsal hali temsil etmek için kullanılmıştır. Uluhiyet bazen bir göz,
bir kulak, bir burun ve bir ağızla sembolize edilir. Birincisi ilahi emri
sembolize eder.
Sembolizmde
beden dikey olarak ikiye bölünür. Sağ taraf ışık, sol taraf karanlık olarak
kabul edilir. Işık tarafı spritüel olanı, karanlık ise maddi olanı yönetir. Işık
hayatın bir tezahürüdür dolayısıyla hayat ondan üstündür. Işığın altında olan
şey karanlıktır, burada ışık geçici olarak var olurken, karanlık kalıcıdır.
Hayat ışıktan önce geldiği için onun sembolü karanlıktır ve karanlık soyut,
fark âleminin dışındaki varlığın gerçek doğasını ebediyen gizleyen peçedir.
Eski
zamanlarda insanlar sağ elleriyle savaşmış, hayati organlarını sol elle
tuttukları bir kalkanla korumuşlardır. Dolayısıyla bedenin sağ tarafı
saldırgan, sol tarafı savunmacıdır. Bu sebeple bedenin sağ tarafı eril, sol
tarafı dişil kabul edilir. Aynı şekilde insanın spritüel doğasının da onun sol
tarafında, karanlık tarafında olduğu kabul edilir, çünkü kalp sol taraftadır.
Karanlığı kötülükle ilişkilendiren yanlış uygulamalar nedeniyle birçok ulus
hayırlı işler için sağ elini, tanrı nazarında kirli olup münasip görülmeyen
işler için sol ellerini kullanmışlardır. Aynı nedenle kara büyü sol el yolu
olarak adlandırılmıştır. Hatta Cennetin sağ, cehennemin sol tarafta olduğu
söylenmiştir.
Kadimler,
akıllı ve dürüst olmanın insanı spritüel yapacağına inanıyordu. Gizem okulları
ruhani aydınlanmanın ancak aşağı doğanın belli bir saflık ve verimlilik
durumuna getirilmesiyle elde edileceğini öğretiyordu. İnsanın çok parçalı yapısının en hızlı ve en
eksiksiz şekilde ruhani aydınlanma noktasına kadar nasıl yenileneceğinin
bilgisi, kadimlerin gizli, ezoterik öğretisini oluşturan temeldi. Sadece
fiziksel kısmını gördüğümüz bazı organ ve merkezler, gerçekte, spritüel
merkezlerin perdeleri veya sandıklarıdırlar. Bunların neler olduğu ve nasıl
açılacağı avama hiçbir zaman açıklanmamıştır. Çünkü insan herhangi bir sistemin
nasıl çalıştığını tümüyle anladığında, istediği, ancak kontrol ve idare
edemeyeceği sonuçlar yaratabilir. Bu
nedenle hazırlık dönemleri şart koşulmuştur, böylece tanrılar gibi olma bilgisi
sadece ona layık olanların mülkü olur.
Bu
bilgi zamanla kaybolsa dahi, avam için hiçbir anlam ifade etmeyen, ancak
felsefi teolojinin temeli olan kişisel kurtuluş teorisini bilenlere apaçık
görünen mesel ve mitlerde gizlenmiştir. Örneğin Yeni Ahit’in tamamı insanın
yenilenmesine dair gizli süreçlerin dehalara özgü bir biçimde saklı ifadesidir.
Manly P. Hall "Tüm Çağların Gizli Öğretileri"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder