Bu Blogda Ara

2 Nisan 2013 Salı

İnsan Bedeninin Sembolizmi





Bütün sembollerin en eskisi, en evrenseli ve en derini insan bedenidir. Gizem Okulları yasaların, elementlerin ve evrenin güçlerinin insan bedeninde özetlendiğini, insanın dışında var olan her şeyin insanın içinde bir benzere sahip olduğunu öğretmiştir. Evren, insan idrakinin ötesindedir ve kişi ilahi cezbe ile dolduğunda kısa bir süreliğine kişiliğinin sınırlarını aşabilir ve bütün yaratımın içinde yüzdüğü ilahi nura şahit olabilir.

İlk filozoflar, insan doğasının sınırlı çerçevesi içinde dışsal âlemlerin gizemlerinin tezahür ettiğini görmüşlerdir. Sonuç olarak Tanrı’yı Büyük İnsan, İnsanı Küçük Tanrı olarak gören gizli bir Tanrıbilimsel bir sistem oluşturmuşlardır. Büyük evrene Büyük Âlem veya Vücut anlamına gelen “Makrokozmos” denmiş, onun işlevlerini kontrol eden İlahi Hayat’a ise “Makroprosopus” denmiştir. İnsan vücuduna yani beşeri evrene ise “Mikrokozmos”, onun işlevlerini idare eden ruhsal otoriteye ise “Mikroprosopus” denmiştir. Pagan Gizem Okulları neofitlere öncelikle Makrokozmos ile Mikrokozmos arasındaki hakiki ilişkiyi öğretmekle ilgilenmiştir.

Kadim zamanların rahipleri insanı inceleyerek bir parçası oldukları semavi planın daha yüce ve soyut gizemlerini öğreniyorlardı. Onlara göre her uzvun kendine ait gizli bir anlamı vardı. Bu uzuvların oranları, kozmosun bütün kısımlarının ölçülerini veriyordu. O bilgelerin ve hiyerofantların sahip oldukları bütün bilgiyi taşıyan muhteşem bir bileşik semboldü. Kadim filozoflar, insanın, hayat bulmacasının anahtarı olduğunun farkına varmışlardır çünkü o, İlahi Plan’ın yaşayan imgesiydi. Gelecek çağlarda insanlık şu kadim sözlerin ciddiyetini bir kez daha tümüyle kavrayacaktır: “İnsan, insan olmanın ne demek olduğunu araştırmak demektir.”

Tanrı ile insan ikili bir yapıya sahiptir. Bu ikili yapının daha üstün olan kısmı görünmezken; aşağı olan kısmı görünür. Bu ikisi arasında bir de görünür ve görünmez doğanın birleştiği arabulucu bir alan vardır. Tanrı’nın ruhani doğası O’nun nesnel doğasına nasıl hâkimse, insanın nesnel doğası da, görünür maddi kişiliğinin görünmez sebebi ve hükmeden gücüdür.

Kadim irfanın bir başka mevhumuna göre ister ruhani, ister maddi olsun, bütün bedenlerin üç merkezi vardır.  Yunanlılar bunlara yukarı merkez, orta merkez ve aşağı merkez demiştir. Soyut zihinsel hakikatleri eksiksiz bir şekilde şeklen ve sembolle ifade etmek imkânsızdır. Çünkü metafizik ilişkilerin bir özelliğinin şekille temsili, onun diğer bir özelliğiyle çelişebilir. Genellikle yukarıda olan soyluluk ve güç bakımından daha üstün görülür. Oysa gerçekte merkezde olan hem yukarıda olduğu söylenene, hem de aşağıda olduğu söylenene göre üstündür. Okuyucu yukarı kelimesini kaynağa yakın, aşağı kelimesini kaynaktan uzak olarak düşünür, merkezi de kaynak olarak görürse algılamasında herhangi bir sorun kalmaz.

Üstün ya da ruhani merkez, diğer ikisinin ortasında olduğu için, bedendeki karşılığı, en ruhani ve gizemli organ olan kalptir. İkinci merkez (yukarı ve aşağı âlemlerin bağlantısı) fiziksel olarak en yüksekte duran organ, beyindir. Üçüncü (ya da aşağı) merkez fiziksel olarak en aşağıda olmasına rağmen çok büyük bir fiziksel öneme sahip olan üreme organlarıdır. Böylece sembolik olarak kalp hayatın kaynağı; beyin akılcı zekâ ile hayat formun birleştiği bağlantı ve üreme sistemi fiziksel organizmaların üretildiği gücün kaynağıdır. Bireylerin idealleri ve umutları bu üç merkezden hangisinin hâkim olduğuna bağlı olacaktır. Maddeci insanlarda en aşağı merkez en güçlüsüdür; entelektüel insanlarda merkez üsttekidir; fakat inisiyelerde –bu iki ucun ruhani nurun ışığında yıkanmasıyla- hâkim olan hem bedeni hem aklı kontrol eden kalptir. Ruhani doğa en yaygın şekilde kalple; zihinsel güç beyin epifizini temsil eden açık bir gözle; üreme sistemi ise bir çiçek, bir asa, kupa ya da elle sembolize edilir.

Bütün gizem okulları kalbi ruhani bilincin merkezi kabul etseler de, kalbi sık sık duygusal doğanın sembolü olarak ekzoterik bir anlamda da kullanmışlardır. Ezoterizm öğrencileri kadimlerin sık sık gerçek yorumlarını perdeler ardına gizlemiş olduklarını keşfederler. Beynin kalp yerine kullanılması da bu perdelerden biriydi.

Kadim gizem okullarının üç derecesi, birkaç istisna hariç, beşeri ve evrensel cisimlerin üç büyük merkezini temsil eden üç odada verilirdi. Mümkünse tapınağın kendisi de insan bedeni şeklinde yapılırdı. Aday bacaklar arasından girer, en yüksek dereceyi ise binanın beyne karşılık gelen yerinde alırdı. İlk derece maddi gizem ile onun sembolü üreme sistemiydi. Bu derece, adayı somut düşüncenin çeşitli mertebelerinde yükseltirdi. İkinci derece kalbe karşılık gelen odada verilirdi ve zihinsel bağlantıyı oluşturan orta gücü sembolize ederdi. Burada aday soyut düşünce sırlarına inisiye edilir, aklı yettiği ölçüde zihinsel olarak yükseltilirdi. Sonrasında beyne karşılık gelen odada ona sırların özü verilirdi. Burada inisiye ilk defa şu ölümsüz kelimelerin anlamını kavrardı: “İnsan gönlünden geçirdiği şeydir”.

Proclus, “On The Theology of Platon” (Platon’un Tanrıbilimi Üstüne) adlı eserinde şunu söylemektedir; “ Hakikaten (ilk) Alkibiades’te Sokrates doğru bir biçimde gözlemlemektedir ki ruh kendi içine girdiği zaman her şeyi ve hatta Uluhiyeti görecektir. Kendi kendinin, bütün hayatın merkezinin kıyısında, sahip olduğu çeşitli melekeleri bırakarak en yüksek kuleye çıkar. Söylenmiştir ki, sırların en kutsal olanında mistik, ilk olarak tanrıların huzurundan fışkıran bir çoklu formla ve birçok şekle sahip türlerle karşılaşır, fakat tapınağa girdikten sonra heyecansız, mistik ritüellerle korunmuş olarak kalbine ilahi nuru alır ve onların sözleriyle, kıyafetlerinden soyunarak, bir ilahi doğadan pay alır. Bana göre aynı ruh hali bütünün tefekküründe de yaşanmaktadır. Çünkü ruh kendisinden aşağı olan şeylere baktığı zaman gölgeler ve varlık suretleri görür. Fakat o kendini kendine yönelttikten sonra kendi özünden ve sahip olduğu akıldan işler. İlk bakışta hakikaten de sadece kendini görür; fakat kendini bilmede derinleştikçe kendinde hem aklı hem diğer varlıkları bulur. Çünkü içimizde her şey fiziksel olarak mevcuttur ve bu sayede bizler doğal olarak bütünün içimizdeki imge ve güçlerini harekete geçirerek her şeyi bilme gücüne sahibiz.”

Eski çağların ustaları, müritlerine bir imgenin gerçeklik olmayıp öznel bir fikrin nesnelleşmesinden ibaret olduğunu öğretiyorlardı. Tanrıların suretleri, tapınmak için tasarlanan nesneler değil, görünmez kuvvetler ve ilkelerin hatırlatıcıları ve mecazları olarak kabul edilmişlerdir. Kadim dinlerin çeşitli tanrı meclisleri, aslında Tanrı’nın sınıflandırılmış, kişiselleştirilmiş niteliklerini temsil eder. Bu açıdan Kabalacıların Melekler düzenine tekabül ederler. Kadim zamanların tüm tanrı ve tanrıçalarının aynı şekilde bu tanrıların onlara layık bir aracı olan elementlerin, gezegenlerin ve takımyıldızlarının insan bedeninde bir karşılığı vardır. Dört beden merkezi elementlere, yedi hayati organ gezegenlere, vücudun on iki kısmı Zodyak’a tekabül eder. İnsanın ilahi doğasının görünmez kısımları çeşitli dünya ötesi tanrılara ve nihayet gizli Tanrı da kemikteki iliğe tekabül eder. Hücrelerin insan yapısında sınırsız birimler olması gibi, insan da evrenin yapısında sınırsız bir birimdir. Bu ilişkilerin bilinip takdir edilmesine dayanan bir teoloji, derin bir hakikat içerir.

İnsanın fiziksel bedeninin beş ayrı uzantısı vardır: iki bacak, iki kol, bir baş. Bunlardan sonuncusu diğer dördünü yönetir. Böylece beş sayısı insanın sembolü olur. Piramidin dört köşesi kollara ve bacaklara, tepesi başa karşılık gelir ve böylece akli kuvvetin dört akıl dışı köşeyi kontrol ettiğini gösterir. Eller ve ayaklar dört elementi temsil etmek için kullanılmışlardır. Ayaklardan her biri toprak ve suya, eller ise ateş ve havaya karşılık gelmektedir. Beyin, beşinci elemente –esir- karşılık gelir. Eğer ayaklar birleştirilir ve kollar iki yana açılırsa, insan haçı sembolize eder. Haçın yukarı ucu rasyonel akla, insanın başına karşılık gelir. El ve ayak parmaklarının da özel önemleri vardır. Ayak parmakları 10 fiziksel yasayı, el parmakları ise 10 spritüel yasayı temsil eder. Her elin dört parmağı elementleri, her parmaktaki üç boğum elementlerin hallerini gösterir. Böylece bir elde 12 bölüm oluşur ki, bu da Zodyak’a tekabül eder. Başparmağın iki boğumuyla kökü Ulûhiyet’in üçlü doğasını gösterir. İlk boğum yaratıcı yön, ikinci koruyucu yön, kök ise doğurgan ve yıkıcı yöndür.

Sembolizmde insan başı genellikle aklı ve kendini bilmeyi gösterir. İnsan bedeni ulûhiyeti, en yüksek ruhsal hali temsil etmek için kullanılmıştır. Uluhiyet bazen bir göz, bir kulak, bir burun ve bir ağızla sembolize edilir. Birincisi ilahi emri sembolize eder.

Sembolizmde beden dikey olarak ikiye bölünür. Sağ taraf ışık, sol taraf karanlık olarak kabul edilir. Işık tarafı spritüel olanı, karanlık ise maddi olanı yönetir. Işık hayatın bir tezahürüdür dolayısıyla hayat ondan üstündür. Işığın altında olan şey karanlıktır, burada ışık geçici olarak var olurken, karanlık kalıcıdır. Hayat ışıktan önce geldiği için onun sembolü karanlıktır ve karanlık soyut, fark âleminin dışındaki varlığın gerçek doğasını ebediyen gizleyen peçedir.

Eski zamanlarda insanlar sağ elleriyle savaşmış, hayati organlarını sol elle tuttukları bir kalkanla korumuşlardır. Dolayısıyla bedenin sağ tarafı saldırgan, sol tarafı savunmacıdır. Bu sebeple bedenin sağ tarafı eril, sol tarafı dişil kabul edilir. Aynı şekilde insanın spritüel doğasının da onun sol tarafında, karanlık tarafında olduğu kabul edilir, çünkü kalp sol taraftadır. Karanlığı kötülükle ilişkilendiren yanlış uygulamalar nedeniyle birçok ulus hayırlı işler için sağ elini, tanrı nazarında kirli olup münasip görülmeyen işler için sol ellerini kullanmışlardır. Aynı nedenle kara büyü sol el yolu olarak adlandırılmıştır. Hatta Cennetin sağ, cehennemin sol tarafta olduğu söylenmiştir.

Kadimler, akıllı ve dürüst olmanın insanı spritüel yapacağına inanıyordu. Gizem okulları ruhani aydınlanmanın ancak aşağı doğanın belli bir saflık ve verimlilik durumuna getirilmesiyle elde edileceğini öğretiyordu.  İnsanın çok parçalı yapısının en hızlı ve en eksiksiz şekilde ruhani aydınlanma noktasına kadar nasıl yenileneceğinin bilgisi, kadimlerin gizli, ezoterik öğretisini oluşturan temeldi. Sadece fiziksel kısmını gördüğümüz bazı organ ve merkezler, gerçekte, spritüel merkezlerin perdeleri veya sandıklarıdırlar. Bunların neler olduğu ve nasıl açılacağı avama hiçbir zaman açıklanmamıştır. Çünkü insan herhangi bir sistemin nasıl çalıştığını tümüyle anladığında, istediği, ancak kontrol ve idare edemeyeceği sonuçlar yaratabilir.  Bu nedenle hazırlık dönemleri şart koşulmuştur, böylece tanrılar gibi olma bilgisi sadece ona layık olanların mülkü olur.

Bu bilgi zamanla kaybolsa dahi, avam için hiçbir anlam ifade etmeyen, ancak felsefi teolojinin temeli olan kişisel kurtuluş teorisini bilenlere apaçık görünen mesel ve mitlerde gizlenmiştir. Örneğin Yeni Ahit’in tamamı insanın yenilenmesine dair gizli süreçlerin dehalara özgü bir biçimde saklı ifadesidir.

Manly P. Hall "Tüm Çağların Gizli Öğretileri" 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder