Yasemin kokulu ve rengârenk dingin bir gecenin ardından, altın sarısı
hançer ışınlarıyla tüm dünyayı kasıp kavuruyordu güneş, gül parmaklı tanrıça
altın zırhının içinde tüm ihtişamıyla güneşin altında parıldayan savaş tanrısı
Ares ile göz göze geldiğinde... İstemsizce ürperdi içi tanrıçanın ve
utangaçlığını ispatlayan küçük bir gülümseme ilişti dudaklarına, mağrur ve
mesafeli bir bakışla kendisini süzdüğünde Ares. Belli ki her zamanki gibi
keskin duyusuyla zaferinin kokusunu almıştı ihtişamlı savaş tanrısı. Ve zaferinin
ispatı olarak Eos’un belli belirsiz gülümsemesini taktı diğerlerinin yanına, yüreğine.
Ve bütün cömertliğiyle yayıldı gülümsemesi bembeyaz dişlerinden yansıyan
ışıklarla çehresine… Biliyordu Ares, bakışının ucuyla Eos’un kalbinde
iyileşmesi imkânsız bir yara bıraktığını… Ve bir şafak kadar utangaç Eos da
anlamıştı bu görkemli tanrının tek bir gülümsemeyle bütün ruhunu işgal edip
zafer bayrağını kalbinin tam ortasına diktiğini, ama bir yandan da bilirdi
Afrodit'in kıskançlıkla dolu kalbini ve bencilliğini...
Eos, utangaç tanrıça, küçük bir kız çocuğu gibi narin ve şefkatliydi
ürkek yüreği. Ve bir gül kadar zarif, bir ceylan kadar da ürkekti… Athena’nın
erkeklerden kaçtığı gibi kaçtı kaderine bela getirecek olandan... Kaçtı Eos, karanlık
ormanın içinde her şeyin görgü tanığı olan güneş gördüklerinden utanıp da
utancından bütün bulutları kızıla boyayarak saklanana kadar dağların ardına… Ares
ise düştü Eos’un ardı sıra yollara… Sonunda durdu Eos dünyanın en uzak ucunda,
ay o gümüş renkli gölgesini düşürdüğünde dalgalara. Ares, inatçı, zalim tanrı…
Bırakır mıydı peşini bir kere aldığında zaferin tadını? Sinsice yaklaştı
ağaçların ardından ruhunda hükümranlığını çoktan ilan ettiği tanrıçaya. Akasya ağaçlarının
altında, rüzgârın o tatlı fısıltısıyla dinlenmekte olan Eos’a… Önce ağladı,
sonra yalvardı ancak en sonunda Eos da dayanamadı… Bıraktı ruhunu, kendisini
çoktan işgal eden acımasız tanrıya…
Kuşkusuz dünyadaki en güzel varlıktı Afrodit, aşkın tanrıçası… Ama bir
yandan meraklı ve hırçındı… Karanlık bulutlar şafağa bürünürken, Afrodit beklerken
Ares’in kendisine dönmesini, anladı bir şeylerin yanlış gittiğini. Ares’i
bulmak için, çağırdı tüm tavşanları ve güvercinleri… Ve dağıldı tüm güvercinler
ve tavşanlar dünyanın dört bir yanına, bulmak için Ares’i… Günlerce yol kat
ettiler, sonunda Eos ile Ares’i dünyanın en uzak köşesinde birlikte gördüler. Afrodit,
tutkunun ve aşkın tanrıçası, ihanetin ustası, ihanet ona nasıl anlatılırdı? Ares’e
yasak ilişkisinde dört çocuğunu; Anteros, Deimos, Phobos ve Harmonia’yı
vermişti… Böyle bir ihaneti nasıl kaldırabilirdi? Ve Afrodit… Şehvetin ve
tutkunun tanrıçası, yemin etti almaya Eos’tan intikamını. Işık kadar hızlı
ulaştığında dünyanın o en uzak ucuna, gördü Ares ile Eos’u akasyaların altında…
Ve kükredi ve gürledi Afrodit: “Ey Eos! Ey utangaç, masum ve zarif görünümlü
Eos! Sinsiliğin ve gaddarlığınla elde ettiklerinin cezasını çekme vakti, işte
şimdi geldi” dedi. Eos şaşkın, Eos ürkek… Ares ise biliyordu Afrodit’i ve onun kıskanç
bencilliğini… Ve Ares biliyordu Afrodit’in kendisini affedici, tutku dolu
yüreğini. “Eos, lanetliyorum seni, aşkın en acı hançerleriyle. En büyük işkence
değil midir karşılıklı aşkın derin zevklerinden mahrum kalmak? Ve Eos, sen… Yapayalnız
kalacaksın tüm evrende! Daimi bir tutku kalacak içinde, asla tatmin edilemeyen!”
Afrodit sözleri söylerken bulutlar kızıl kızıl kanadılar Eos’a ve onun bu acı
kaderine… Gül parmaklı tanrıçanın ruhuna batan gül dikenlerinin tezahürü gibi
ağladı gökyüzü tam kırk gün, kırk gece tanrıçanın başına gelenlere… Ve Ares, görkemli,
heybetli tanrı… O zalim tanrı hiçbir söz söylemeden bıraktı oracıkta tanrıçayı.
İliştirdi kalbinin ve diğerlerinin yanına Eos’un karşılıksız aşkını…
Afrodit'in cezalandırmalarından bir örnek... Bu şekilde canlandırıldığında daha akılda kalıcı bir hikaye oldu sanırım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder