Bu Blogda Ara

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Eos ile Ares


Yasemin kokulu ve rengârenk dingin bir gecenin ardından, altın sarısı hançer ışınlarıyla tüm dünyayı kasıp kavuruyordu güneş, gül parmaklı tanrıça altın zırhının içinde tüm ihtişamıyla güneşin altında parıldayan savaş tanrısı Ares ile göz göze geldiğinde... İstemsizce ürperdi içi tanrıçanın ve utangaçlığını ispatlayan küçük bir gülümseme ilişti dudaklarına, mağrur ve mesafeli bir bakışla kendisini süzdüğünde Ares. Belli ki her zamanki gibi keskin duyusuyla zaferinin kokusunu almıştı ihtişamlı savaş tanrısı. Ve zaferinin ispatı olarak Eos’un belli belirsiz gülümsemesini taktı diğerlerinin yanına, yüreğine. Ve bütün cömertliğiyle yayıldı gülümsemesi bembeyaz dişlerinden yansıyan ışıklarla çehresine… Biliyordu Ares, bakışının ucuyla Eos’un kalbinde iyileşmesi imkânsız bir yara bıraktığını… Ve bir şafak kadar utangaç Eos da anlamıştı bu görkemli tanrının tek bir gülümsemeyle bütün ruhunu işgal edip zafer bayrağını kalbinin tam ortasına diktiğini, ama bir yandan da bilirdi Afrodit'in kıskançlıkla dolu kalbini ve bencilliğini... 




Eos, utangaç tanrıça, küçük bir kız çocuğu gibi narin ve şefkatliydi ürkek yüreği. Ve bir gül kadar zarif, bir ceylan kadar da ürkekti… Athena’nın erkeklerden kaçtığı gibi kaçtı kaderine bela getirecek olandan... Kaçtı Eos, karanlık ormanın içinde her şeyin görgü tanığı olan güneş gördüklerinden utanıp da utancından bütün bulutları kızıla boyayarak saklanana kadar dağların ardına… Ares ise düştü Eos’un ardı sıra yollara… Sonunda durdu Eos dünyanın en uzak ucunda, ay o gümüş renkli gölgesini düşürdüğünde dalgalara. Ares, inatçı, zalim tanrı… Bırakır mıydı peşini bir kere aldığında zaferin tadını? Sinsice yaklaştı ağaçların ardından ruhunda hükümranlığını çoktan ilan ettiği tanrıçaya. Akasya ağaçlarının altında, rüzgârın o tatlı fısıltısıyla dinlenmekte olan Eos’a… Önce ağladı, sonra yalvardı ancak en sonunda Eos da dayanamadı… Bıraktı ruhunu, kendisini çoktan işgal eden acımasız tanrıya…




Kuşkusuz dünyadaki en güzel varlıktı Afrodit, aşkın tanrıçası… Ama bir yandan meraklı ve hırçındı… Karanlık bulutlar şafağa bürünürken, Afrodit beklerken Ares’in kendisine dönmesini, anladı bir şeylerin yanlış gittiğini. Ares’i bulmak için, çağırdı tüm tavşanları ve güvercinleri… Ve dağıldı tüm güvercinler ve tavşanlar dünyanın dört bir yanına, bulmak için Ares’i… Günlerce yol kat ettiler, sonunda Eos ile Ares’i dünyanın en uzak köşesinde birlikte gördüler. Afrodit, tutkunun ve aşkın tanrıçası, ihanetin ustası, ihanet ona nasıl anlatılırdı? Ares’e yasak ilişkisinde dört çocuğunu; Anteros, Deimos, Phobos ve Harmonia’yı vermişti… Böyle bir ihaneti nasıl kaldırabilirdi? Ve Afrodit… Şehvetin ve tutkunun tanrıçası, yemin etti almaya Eos’tan intikamını. Işık kadar hızlı ulaştığında dünyanın o en uzak ucuna, gördü Ares ile Eos’u akasyaların altında… Ve kükredi ve gürledi Afrodit: “Ey Eos! Ey utangaç, masum ve zarif görünümlü Eos! Sinsiliğin ve gaddarlığınla elde ettiklerinin cezasını çekme vakti, işte şimdi geldi” dedi. Eos şaşkın, Eos ürkek… Ares ise biliyordu Afrodit’i ve onun kıskanç bencilliğini… Ve Ares biliyordu Afrodit’in kendisini affedici, tutku dolu yüreğini. “Eos, lanetliyorum seni, aşkın en acı hançerleriyle. En büyük işkence değil midir karşılıklı aşkın derin zevklerinden mahrum kalmak? Ve Eos, sen… Yapayalnız kalacaksın tüm evrende! Daimi bir tutku kalacak içinde, asla tatmin edilemeyen!” Afrodit sözleri söylerken bulutlar kızıl kızıl kanadılar Eos’a ve onun bu acı kaderine… Gül parmaklı tanrıçanın ruhuna batan gül dikenlerinin tezahürü gibi ağladı gökyüzü tam kırk gün, kırk gece tanrıçanın başına gelenlere… Ve Ares, görkemli, heybetli tanrı… O zalim tanrı hiçbir söz söylemeden bıraktı oracıkta tanrıçayı. İliştirdi kalbinin ve diğerlerinin yanına Eos’un karşılıksız aşkını…

----

Afrodit'in cezalandırmalarından bir örnek... Bu şekilde canlandırıldığında daha akılda kalıcı bir hikaye oldu sanırım... 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder