Bu Blogda Ara

26 Nisan 2014 Cumartesi

...



Yaşamlarımızın en başından beri hep bir şeyler arzuladık. Kimi zaman güvende olmayı, kimi zaman doymayı, şımarmayı, eğlenmeyi, çocuk kalmayı, âşık olmayı, insanların bizi sevmesini, özel olmayı, bize yapılan haksızlıklara karşı güçlü olmayı hatta ve hatta haksızlık yapanları haksızlığa uğratmayı vs. vs. vs… Birçoğumuz yaşadıklarımızdan “feyz” aldığımızı sanarak birçok önyargı oluşturduk kendimize… Birçoğumuz arzularımızın peşinde pervane olduk ve tüm gücümüzü arzularımızı yerine getirmek için harcadık. Birçoğumuz başarısız oldukça kırıldık, içimize kapandık… Bir şekilde hayat bizi gerdi, yordu ve bolca da üzdü. Çünkü başımızı bir türlü kendi benliğimizden dışarı çıkaramadık. Evet, kendi benliğimizin dışına uzatamadık ruhumuzu ve bedenimizin içine hapsolduk kaldık birçoğumuz… Çünkü dünyada en önemli kişi kendimizdik. Bize göre dünyada en güzel, en akıllı, en eşsiz olan bizdik… Aslında her birimiz ayrı ayrı eşsizken, kendimize aşırı değer vermekten çevremizi, diğer ruhları yani bir bütün olarak bizi görmeyi reddettik. Oysa doğayı, çevremizi, diğer insanları yargılamak ya da yok saymak yerine inceleyerek doğa ana, ilahi düzen ya da tanrı/tanrıça ve sair kutsal inancımızı anlama yoluna girebilirdik…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder