Din, insanların üzerinde hüküm kurabilmek için öncelikle
korkularından faydalanmaktadır. Bunu en eski çağlardaki dinlerde dahi görmek
mümkündür. Dinin insanlar üzerindeki hükümdarlığı zamanla daha büyük boyuta
ulaşmış, insanlar düşünerek ve empati yoluyla kuracaklar iyi-kötü, doğru-yanlış
gibi düşünceleri sadece dini temel alarak düşünce dünyalarına oturtmuşlar,
sonrasında buna bir de vicdan kavramını ekleyerek dini hayatlarının bütün
evrelerine taşımışlardır. Böylece zamanla insanların her davranışına dahi
karışır hale gelmiştir din. Hangi duyguların bastırılması gerektiği, hangi
davranışların sergilenmemesi gerektiği gibi birçok isteği vardır dinin
insanlardan… Günümüzde bu öyle bir hal almıştır ki, bir kısım insanlar artık
hayatlarındaki en küçük şeyler için bile dine yahut dinlerini yorumladıklarını
düşündükleri insanlara danışmaya başlamışlardır. Oysa tarihler öncesinde kenara
atılan zihin, mantık ve biraz da empati kullanacak olsalar sorularının
cevaplarını rahatlıkla bulabilecekken, yüzeysel bir şekilde bir takım emirlere
sadık kalmayı ve bu emirleri yorumlayan insanların yönlendirmelerine
kendilerini bırakmaları sonucunda din kişileri tamamen ele geçirmiştir. Bu
tahakküme karşı elbette tepkiler de oluşmuştur ancak konumuz dışında kaldığı
için bu alana giremeyeceğim.
Din kavramı tarafından ele geçirilen insan bütün yaşamını
ona göre şekillendirmek için çaba harcayarak geçirir zamanını. Güdülerini,
isteklerini bastırarak daha iyi bir kul olma yolunda ilerlemeye çabalar insan.
Bunu yaparken de en çok cinsel arzularıdır hedef alınan. Tatmin edilemeyen,
sürekli baskılanan cinsel arzular kişilerdeki şiddet eğilimini arttırarak
toplum bireylerini teker teker psikolojik rahatsızlıklara iterken, yavaşça
toplumu bozar aslında… Çünkü baskılanması istenen temel bir fiziksel güdüdür
artık… Kişi hissettiği duygular karşısında kendisini “kötü” olarak nitelendirir
ve bu duygularını tatmin edemediği için içinde oluşan saldırganlık nedeniyle
düşünce sistemi bozulur, iyi ile kötüyü mantıksal çerçevede ayırt edemeyecek
hale gelir. Bana göre dinlerin insan üzerindeki en büyük ve en kötü etkisi de
budur.
Kadim topluluklara baktığımızda, özellikle Anadolu’da Sümer,
Babil, Asur gibi toplulukları incelediğimizde hepimiz şaşkınlığımızı tutamayız…
Gılgameş destanı’nda Tanrıça Ishtar’ın (Inanna, Astarte) yeryüzündeki tezahürü
ile efsane kahramanı Gılgameş’in cinsel anlamda birlikte olmalarına “Tanrı’nın
istediği oldu” denilir bu efsanede. Ishtar’ın yeryüzündeki tezahürü, Ishtar
adına kurulan tapınakta en üst makamdaki din görevlisidir, rahibedir. Çok
detayına girmeyeceğim, bu tapınakların işlevlerini bilenler vardır yahut
isteyenler araştırabilirler. Şu anda günah olarak nitelendirilen cinsel
arzuların tatmin edilmesinin kutsal sayıldığı dinsel kurumlardı bunlar…
Peki biz, insanoğlu, binlerce yıl önce bu şekilde
düşünürken, Çatalhöyük gibi yerlerde köyleri yöneten kadın reislerimiz varken,
Kibele, Artemis, Ishtar gibi Tanrıçalarımız varken, kadın el üstünde
tutulurken, erkekle eşit haklara sahipken, nasıl oldu da hem din kavramını, hem
cinselliği, hem de kadınları bir anda alaşağı ettik?
ishtar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder