Bu Blogda Ara

28 Haziran 2013 Cuma

Dinin İnsan ve Toplum Üzerindeki Etkisi


Din, insanların üzerinde hüküm kurabilmek için öncelikle korkularından faydalanmaktadır. Bunu en eski çağlardaki dinlerde dahi görmek mümkündür. Dinin insanlar üzerindeki hükümdarlığı zamanla daha büyük boyuta ulaşmış, insanlar düşünerek ve empati yoluyla kuracaklar iyi-kötü, doğru-yanlış gibi düşünceleri sadece dini temel alarak düşünce dünyalarına oturtmuşlar, sonrasında buna bir de vicdan kavramını ekleyerek dini hayatlarının bütün evrelerine taşımışlardır. Böylece zamanla insanların her davranışına dahi karışır hale gelmiştir din. Hangi duyguların bastırılması gerektiği, hangi davranışların sergilenmemesi gerektiği gibi birçok isteği vardır dinin insanlardan… Günümüzde bu öyle bir hal almıştır ki, bir kısım insanlar artık hayatlarındaki en küçük şeyler için bile dine yahut dinlerini yorumladıklarını düşündükleri insanlara danışmaya başlamışlardır. Oysa tarihler öncesinde kenara atılan zihin, mantık ve biraz da empati kullanacak olsalar sorularının cevaplarını rahatlıkla bulabilecekken, yüzeysel bir şekilde bir takım emirlere sadık kalmayı ve bu emirleri yorumlayan insanların yönlendirmelerine kendilerini bırakmaları sonucunda din kişileri tamamen ele geçirmiştir. Bu tahakküme karşı elbette tepkiler de oluşmuştur ancak konumuz dışında kaldığı için bu alana giremeyeceğim.

Din kavramı tarafından ele geçirilen insan bütün yaşamını ona göre şekillendirmek için çaba harcayarak geçirir zamanını. Güdülerini, isteklerini bastırarak daha iyi bir kul olma yolunda ilerlemeye çabalar insan. Bunu yaparken de en çok cinsel arzularıdır hedef alınan. Tatmin edilemeyen, sürekli baskılanan cinsel arzular kişilerdeki şiddet eğilimini arttırarak toplum bireylerini teker teker psikolojik rahatsızlıklara iterken, yavaşça toplumu bozar aslında… Çünkü baskılanması istenen temel bir fiziksel güdüdür artık… Kişi hissettiği duygular karşısında kendisini “kötü” olarak nitelendirir ve bu duygularını tatmin edemediği için içinde oluşan saldırganlık nedeniyle düşünce sistemi bozulur, iyi ile kötüyü mantıksal çerçevede ayırt edemeyecek hale gelir. Bana göre dinlerin insan üzerindeki en büyük ve en kötü etkisi de budur.

Kadim topluluklara baktığımızda, özellikle Anadolu’da Sümer, Babil, Asur gibi toplulukları incelediğimizde hepimiz şaşkınlığımızı tutamayız… Gılgameş destanı’nda Tanrıça Ishtar’ın (Inanna, Astarte) yeryüzündeki tezahürü ile efsane kahramanı Gılgameş’in cinsel anlamda birlikte olmalarına “Tanrı’nın istediği oldu” denilir bu efsanede. Ishtar’ın yeryüzündeki tezahürü, Ishtar adına kurulan tapınakta en üst makamdaki din görevlisidir, rahibedir. Çok detayına girmeyeceğim, bu tapınakların işlevlerini bilenler vardır yahut isteyenler araştırabilirler. Şu anda günah olarak nitelendirilen cinsel arzuların tatmin edilmesinin kutsal sayıldığı dinsel kurumlardı bunlar…

Peki biz, insanoğlu, binlerce yıl önce bu şekilde düşünürken, Çatalhöyük gibi yerlerde köyleri yöneten kadın reislerimiz varken, Kibele, Artemis, Ishtar gibi Tanrıçalarımız varken, kadın el üstünde tutulurken, erkekle eşit haklara sahipken, nasıl oldu da hem din kavramını, hem cinselliği, hem de kadınları bir anda alaşağı ettik?


ishtar



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder