Tanrıçaya adanmış karanlık ve tenha bir yolda deneyimlenip özümsenenlerin kısa bir özeti...
Bu Blogda Ara
29 Haziran 2013 Cumartesi
Spiritüel Gelişim Notları
Bu yazıyı internette dolaşırken buldum ve oldukça hoşuma gitti... Umarım sizler de beğenirsiniz;
(1): Spiritüel kişinin gerçek işareti şudur; sınırlı anlayış aleminin tamamen ötesinde pek çok harika , pek çok gizem, pek çok hayat olduğunu anlamış ve böylece şükran ve sevinç hali içine girmiş kimsedir. Kendinizi spiritüel kişi olarak tanımlamanın zorluğu şudur. Bir spiritüel kişinin ne yapıp yapmadığı hakkında hemen bir liste hazırlarsınız ve kendinizi o tanımlamanın içine zorla sokabilmek için yıllarınızı harcarsınız. (Bartholomew ‘un İllüzyonların Anımsanışı Kitabından)
(2): Karma temizliği: Türkçe’deki, “Ne ekersen, onu biçersin” deyimi ile İngilizce’deki 'What comes around goes around' cümlesi karma kavramını aslında oldukça iyi açıklamaktadır. Karma, insanlara hayatlarının sorumluluğunu ellerine almaları bunu kabullenmeleri gerektiğini anlatan evrensel eylem kanunudur.
Kimi insanlar başlarına gelen kötü olaylar ve talihsizlikler için hep başkalarını, hayatı, kısaca kendileri haricindeki tüm her şeyi suçlamaya meyillidirler. İnsanlar kurban psikolojisine girmeyi bırakmalı ve başlarına gelen her şeyin çevrelerine yaydıkları pozitif ve negatif enerjiler sonucu oluştuğunun farkına varmalıdırlar.
Evrensel çekim kanununa göre benzer – benzeri çekmektedir. Bu bakımdan hayat içerisinde, ruhumuzu ve zihnimizi terbiye ederek yaşamayı öğrenmeli; düşünce ve duygularımızın kontrolünü elimize almalıyız. Aksi halde dünya iyisi bir insan dahi olsanız; çok kuruntulu ve endişeli bir yapınız varsa, evrensel kanunlar sizin altın kalbinize bakmayıp endişelendiğiniz ve korku duyduğunuz konularda karşınıza yaydığınız bu negatif enerjiden dolayı hep terslikler çıkaracaktır.
Bu durumun farkına varamaz iseniz; ben iyi bir insan olmaya gayret ettikçe karşıma olumsuzluklar çıkıyor hep diye düşünür, kurban psikolojisine girer ve umutsuzluğa kapılıp sürüklenir hayatınızın kontrolünü iyiden iyiye daha çok kaybetmeye başlarsınız!
Karmanızı temiz tutmak için şu 5 kuralı beyninize kazımanızı öneriyorum!
1. Yaşama ve sahip olduklarınıza karşı minnetarlık hissedin. Yaşamınızda sahip olduklarınız için şükredin, şükretme ve minnettarlık hissetme ruh durumuna geçtiğinizde pozitif enerjiler yaratır ve sahip olduğunuz için minnettarlık duyup şükrettiğiniz şeylerin daha fazlasını kendinize çekmeye başlarsınız.
Yaşamınızda karşınıza çıkan her şeyi birer öğreti bir sınav olarak görebilmek yüce bir gönül ve kozmik bir bakış açısı gerektirir. Buna sahip olmaya başladığınızda ise artık bu yaşamda iyi kötü kalmaz her şey yaşanması gereken tevekkülle kabullenilen birer olaylar örgüsü olarak karşımıza çıkar. Böylece bugün kötü olarak tabir ettiğimiz kişi ve olaylar, evrensel sevgi çerçevesinden bakılan yüce bir gönül eşliğinde bizi ruhsal tekamül yolunda ilerleten yardımcı birer etken rolünü üstlenmiş olacaklardır.
Kişi ve olaylara hayatın dramasından sıyrılarak bu bakış açısıyla değerlendirdiğimiz vakitte ise, artık onlara kızgınlık, nefret, kin gibi negatif enerji barındıran ve kendi bünyemizi, karmamızı, ruhumuzu ve hayatımızı kirleten hisler hissetmemeyi başarırız.
2. Her hareketinizin temelinde çıkış noktasında sevgi olsun. Kaynağını evrensel ve tanrısal sevgiden alan hiç bir düşünce ve eylem kötü olamaz. Kalbinde gerçekten Tanrı sevgisi ve inancı olan hiç kimse bu dünya üzerinde yaşayan diğer bir canlıya zarar verecek veya üzecek bir davranış sergileyemez.
Hayatın illüzyonu karşısında dramalar içerisinde boğulurken bazı hatalar yapılmış olsa bile, kalbinde ve düşüncelerinde gerçek sevgiyi taşıyan kimseler mutlaka bu hataların farkına varıp, telafisini etmeye çalışırlar ve hatalar anlaşıldığı vakit zaten tekrarlanmazlar.
Ne yaparsanız yapın bu eylem basit bir cümle kurmak dahi olsa temelinde sevgi yoksa o işi hiç yapmayın o sözü hiç söylemeyin daha iyi! Her sabah uyandığınızda aklınızda sevgi kavramını aktive edin ve gün içerisinde bu felsefeye uygun hareket etmeye çalışın. İnanın buna sadece dikkat ederek bile çok daha iyi bir insan olacaksınız.
3. Sizi motive eden şeyler neler, bunları sık sık kontrol edin, yanlış ve manasız amaçlar edinmeyin. Hem kendiniz hem de çevreniz için pozitif etkiler yaratacak amaçlar peşinde koşun.
Hayatınızda sizi neler motive ediyor, amaçlarınız neler ne uğruna bir şeyler yapıyor veya yaşıyorsunuz bunu sık sık gözden geçirin. Aklınızın negatif amaçlara ve kendiniz haricinde çevrenize negatif sonuçlar doğuracak motivasyon kaynaklarına çelindiğini hissederseniz hemen kontrolü elinize alın.
4. Tavırlarınıza dikkat edin! Bugün yolda yürürken saçıyla dalga geçtiğiniz kişi yarın patronunuzun kızı çıkabilir! Tabi bu verdiğimiz en masum örnek!
Pozitif ve sevgi temelli tavırlar içerisinde olmaya gayret edin! Mahkeme duvarı gibi bir surat, soğuk negatif sinirli tavırlar hem herkese itici gelir, hem çevrenizde büyük bir negarif enerji alanı oluşturur hem de karmanıza dolayısıyla da hayatınıza olumsuz olayları ve kişileri çekmenize neden olur!
Pozitif ve hayat dolu görünmek sizi alçaltmaz ya da daha az karizmatik yapmaz!
5. Affedici olun! Affetmek Tanrı’ya mahsustur diye bir laf vardır. Hepimiz içimizde Tanrı’dan bir parça taşıyoruz ve onun erdemlerini yansıtmaya çalışarak daha iyi bir insan/ ruh olmaya çalışıyoruz. Öyleyse hepimiz affedici olmalıyız. Her insan hata yapar sözü ne kadar doğru ise her insan affetme yürekliliğini göstermelidir sözü de bir o kadar doğrudur!
Özetle karmanızı negatif enerjilerle doldurmak hayatınız boyunca hatta reenkarnasyon felsefesince diğer tüm yaşamlarınız süresince aynı negatif etkilere maruz kalmanıza aynı kötü olaylar dönüsünü yine yeni ve yeniden yaşamanıza neden olacak siz dersinizi alıp akıllanana değin bu böyle durmadan devam edecektir!
Temiz bir karmaya sahip olmak daha kolay tekamül etmenizi, daha özgür bir ruh olmanızı ve yaşamsal pratik açısından ise daha pozitif kişi ve olay örgüleri ile sarmalanmış mutlu bir hayata sahip olmanızı sağlayacaktır!
Sevgi ve ışıkla ♥ (Meltem Şafak, Reiki Şifa Evi, Ekim 2012)
(3): Spiritüel yolumuz bir öğrenme, iyileşme, büyüme ve dönüşüm yoludur. Bu, bireysel bir yolculuktur ve her birimizin izleyecek kendi spiritüel yolumuz var. Başkalarının yardımı olmadan yaşamdaki meydan okumalarla yüzleşmek zorunda olabilmemize rağmen, bize yardımcı olmak için mevcut olan spiritüel bir ekibimiz var. Bunlar meleklerimiz ve rehberlerimizdir, bu yolculukta bize yardımcı olmayı kabul ettiler ve buraya yapmak üzere geldiğimiz şeyi hatırlıyorlar.
Meleklerimiz ve rehberlerimiz, spiritüel kaynaklarımız yaşamlarımıza müdahale edemezler, ama onlardan yardım istemeyi hatırladığımız zaman, bize yardım edebilirler. Onlarla düzenli bir iletişim kurduğunuz zaman, yaşamınızda onların varlığının daha fazla farkında olursunuz ve size verdikleri mesajları işitebilir ve anlayabilirsiniz. (Genç Gelişim Kişisel Gelişim)
Alıntıdır.
28 Haziran 2013 Cuma
Dinin İnsan ve Toplum Üzerindeki Etkisi
Din, insanların üzerinde hüküm kurabilmek için öncelikle
korkularından faydalanmaktadır. Bunu en eski çağlardaki dinlerde dahi görmek
mümkündür. Dinin insanlar üzerindeki hükümdarlığı zamanla daha büyük boyuta
ulaşmış, insanlar düşünerek ve empati yoluyla kuracaklar iyi-kötü, doğru-yanlış
gibi düşünceleri sadece dini temel alarak düşünce dünyalarına oturtmuşlar,
sonrasında buna bir de vicdan kavramını ekleyerek dini hayatlarının bütün
evrelerine taşımışlardır. Böylece zamanla insanların her davranışına dahi
karışır hale gelmiştir din. Hangi duyguların bastırılması gerektiği, hangi
davranışların sergilenmemesi gerektiği gibi birçok isteği vardır dinin
insanlardan… Günümüzde bu öyle bir hal almıştır ki, bir kısım insanlar artık
hayatlarındaki en küçük şeyler için bile dine yahut dinlerini yorumladıklarını
düşündükleri insanlara danışmaya başlamışlardır. Oysa tarihler öncesinde kenara
atılan zihin, mantık ve biraz da empati kullanacak olsalar sorularının
cevaplarını rahatlıkla bulabilecekken, yüzeysel bir şekilde bir takım emirlere
sadık kalmayı ve bu emirleri yorumlayan insanların yönlendirmelerine
kendilerini bırakmaları sonucunda din kişileri tamamen ele geçirmiştir. Bu
tahakküme karşı elbette tepkiler de oluşmuştur ancak konumuz dışında kaldığı
için bu alana giremeyeceğim.
Din kavramı tarafından ele geçirilen insan bütün yaşamını
ona göre şekillendirmek için çaba harcayarak geçirir zamanını. Güdülerini,
isteklerini bastırarak daha iyi bir kul olma yolunda ilerlemeye çabalar insan.
Bunu yaparken de en çok cinsel arzularıdır hedef alınan. Tatmin edilemeyen,
sürekli baskılanan cinsel arzular kişilerdeki şiddet eğilimini arttırarak
toplum bireylerini teker teker psikolojik rahatsızlıklara iterken, yavaşça
toplumu bozar aslında… Çünkü baskılanması istenen temel bir fiziksel güdüdür
artık… Kişi hissettiği duygular karşısında kendisini “kötü” olarak nitelendirir
ve bu duygularını tatmin edemediği için içinde oluşan saldırganlık nedeniyle
düşünce sistemi bozulur, iyi ile kötüyü mantıksal çerçevede ayırt edemeyecek
hale gelir. Bana göre dinlerin insan üzerindeki en büyük ve en kötü etkisi de
budur.
Kadim topluluklara baktığımızda, özellikle Anadolu’da Sümer,
Babil, Asur gibi toplulukları incelediğimizde hepimiz şaşkınlığımızı tutamayız…
Gılgameş destanı’nda Tanrıça Ishtar’ın (Inanna, Astarte) yeryüzündeki tezahürü
ile efsane kahramanı Gılgameş’in cinsel anlamda birlikte olmalarına “Tanrı’nın
istediği oldu” denilir bu efsanede. Ishtar’ın yeryüzündeki tezahürü, Ishtar
adına kurulan tapınakta en üst makamdaki din görevlisidir, rahibedir. Çok
detayına girmeyeceğim, bu tapınakların işlevlerini bilenler vardır yahut
isteyenler araştırabilirler. Şu anda günah olarak nitelendirilen cinsel
arzuların tatmin edilmesinin kutsal sayıldığı dinsel kurumlardı bunlar…
Peki biz, insanoğlu, binlerce yıl önce bu şekilde
düşünürken, Çatalhöyük gibi yerlerde köyleri yöneten kadın reislerimiz varken,
Kibele, Artemis, Ishtar gibi Tanrıçalarımız varken, kadın el üstünde
tutulurken, erkekle eşit haklara sahipken, nasıl oldu da hem din kavramını, hem
cinselliği, hem de kadınları bir anda alaşağı ettik?
ishtar
10 Haziran 2013 Pazartesi
İlk Yazıyı Allah Adem'e Mi Öğretti?
Üniversitelerimizin birindeki bir bilim tarihi profesörü
tarafından, ilk yazının Sumerliler tarafından icat edilmediği, Allah’ın ilk
yazıyı Adem’e öğrettiği anlatılıyormuş. Burada akla bir yığın soru geliyor.
Allah hangi dilde yazdırmış, ne üzerine ve neler yazdırmış? Bunu kanıtlayan bir
belge var mıymış? Böyle bir iddianın bir bilim tarihi profesörünün ağzından
çıktığına inanamıyorum ve aydın bir kimsenin de buna inanacağını
zannetmiyorum. Ama ne var ki, böyle bir
sözün üniversite muhitinde dolaştığı belli.
Buna bilim yolundan kısa bir açıklama yapmayı kendime ödev
bildim. Voltaire Felsefe Sözlüğü’nde;
“Tanrımız yüz binlerce
yıl önce yarattığı ve onlar arasında Mezopotamya ve Mısır gibi, en eski
uygarlıkları kuran halkları bırakıp da neden yalnız dünyanın en küçük, en
bahtsız topluluğuna anamızın babamızın Adem ile Havva olduğunu bildirmiş?”
diye sormuş. Voltaire’in bunu sorduğu zaman Sumerlilerden
haberi yoktu. Bilseydi, Sumerlilerin bir efsanesinden alındığı cevabını
verecekti kendisi. Bu Adem ve Havva hikayesi Tevrat’ta yazılı. Onun da İ.Ö. 4. Yüzyıllarda
kaleme alındığı bütün bilim insanları tarafından kabul ediliyor. Kuran ise
ondan bin yıl sonra yazılmış. Ayrıca Kuran’da yalnız Adem’in adı var. Havva’nın
adı ve Adem’in kaburgasından yaratıldığı yok ve Allah’ın Adem’e yazı
öğrettiğini de okumadım.
Adem ile Havva hikayesinin Sumer’den nasıl geldiğini
kitaplarımda yazmıştım. Burada kısa olarak anlatmadan geçemeyeceğim. Sumer
efsanesine göre Tanrıların Dilmun denilen yerde bahçeleri var. Fakat orada su
yok. Denizlerin Tanrısı, Güneş Tanrısına yerden tatlı su çıkarmasını söylüyor.
Çıkan suyla orası yeşillenmeye başlıyor. Yer Tanrıçası da bahçede sekiz çeşit
bitki yetiştiriyor. Bunların yenmesi yasak... Fakat Bilgelik Tanrısı
dayanamayıp bunların hepsinden tadıyor ve Tanrıçanın yasak bitkilerini yediği için
oku lanetlemesi üzerine her bitkiye karşılık bir organı hastalanıyor.
Tanrıların Bilgelik Tanrısını iyi etmesi için Yer Tanrıçasına yalvarmaları
üzerine, Yer Tanrıçası hasta olan her organı iyi etmesi için bir Tanrı ve
Tanrıça yaratıyor. Bu organlardan birisi de “kaburga”. Sumerce’de kaburga kelimesine
ikinci anlamı “yaşam veren”. Museviler bu hikâyeyi Tevrat’a alırken kadını
kaburgadan yaratmış, adını kelimenin ikinci karşılığı olan “Havva”
koymuşlardır. Adem’in anlamı İbranice’de “kırmızı toprak”tır. Görüldüğü gibi
çamurdan yaratılan Adem, yasak meyvenin yenmesi, lanetlenme, kadının kaburgadan
yaratılması, hepsi Sumer efsanesinden…
Yazının Tanrı tarafından öğretildiği de Sumer düşüncesi. Onlara
göre Nibada adlı bir Tanrıça Sumerlilere yazıyı öğretmiş ve onu korumakla
görevlenmiş. Bu nedenden olsa gerek onların yazısı zamanımıza, beş bin yıl
sonraya ulaştı! Pekiyi bizim Allah’ımız niçin koruyamamış öğrettiği yazıyı,
niçin en ufak bir iz bırakmamış ondan?
*Muazzez İlmiye Çığ – Ortadoğu Uygarlık Mirası -1’den
alıntılanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)